Oğuzhan Nacak
Lacancı psikanaliz alanında uluslararası faaliyet gösteren IF-EPFCL’e bağlı Psikanaliz Araştırmaları Derneği’nin kurucu üyesidir ve başkanıdır. Bahçeşehir Üniversitesi Klinik Psikoloji yüksek lisans bölümünde psikanalitik teori ve pratiğe yönelik dersler vermektedir. Luis Izcovich’in “Sapkınlıkta Aşk, Arzu ve Jouissance” adlı kitabını dilimize kazandırmıştır. Psikanaliz Defterleri, Birikim gibi çeşitli mecralarda yayımlanmış yazıları mevcuttur. Psikanalitik kavramların detaylı bir şekilde ele alındığı Psikanaliz Sohbetleri Podcast Serisi’nin yürütücüsüdür. Şu anda ise Nişantaşı’nda bulunan kendi ofisinde psikanaliz ve süpervizyon pratiğini sürdürmektedir
“Psikanaliz Sohbetleri” podcast serisini nasıl hayata geçirdin ve bu projeye başlamanı ne motive etti? Podcast’in yayınlanmasından sonra dinleyicilerden gelen geri bildirimler seni nasıl etkiledi?
Öncelikle bu röportaj için sana ve DolmusXpress’e teşekkür ederek başlayayım. Türkiye ve Almanya arasında kurmayı amaçladığın bu entelektüel köprüyü oldukça değerli buluyorum. Seni de ODTÜ’deki yıllarımızdan beri tanıdığım için şunu söyleyebilirim ki muhtemelen benzer motivasyonlarla hareket ettik! Biraz açayım:
Psikanaliz genel olarak üzerine çok şey söylenen, yer yer indirgemeci bir tarzda yaklaşılan (modası geçmiş, heteronormatif, iktidarın destekçisi, normalize edici vs.), yer yer teorik olarak çok karmaşık görüldüğü için uzak durulan, yer yer ise aşırı idealize edilen bir disiplin. Aynı zamanda teorik zorluğu nedeniyle de, her entelektüel alanda olduğu gibi, kendi içerisinde çeşitli güç ve iktidar odakları oluştuğunu birinci elden gözlemlediğim bir alan. Teorinin karmaşıklığı ve uygulamanın belirli bir deneyim gerektirmesi nedeniyle bilgiyi tekelinde tutmaya, kendisini alandaki tek otorite gibi konumlandırmaya gönüllü birçok sözde efendinin cirit attığı bir mecra.
Bu podcasti yapmaktaki en önde gelen motivasyonlarımdan birisi öncelikle klinik alandaki kişiler için, sonrasında ise psikanalizle şu ya da bu saikle ilgilenen kişiler için söz konusu kuramı daha erişilebilir bir hale getirmekti. İlk bakışta nüfuz etmesi oldukça zor görünen çeşitli psikanaliz kavramlarını bir miktar daha anlaşılabilir hale getirirken dinleyiciler için bilgiyi erişilebilir kılmaktı, tabii kendi anladığım kadarıyla. Ve psikanalitik teori ve pratikte ilerlemek isteyen kişiler için bir kalkış noktası oluşturarak psikanaliz camiasındaki erişilebilirlik problematiğine alternatif bir çözüm sunmaktı.
Bir diğer önemli motivasyonum ise Freud sonrası diğer tüm psikanalistlerden ayrı bir yerde gördüğüm ve Türkiye’deki kimi klinisyenlerin bazen haklı ama çoğu zaman haksız sebeplerle hakkında çeşitli önyargılara sahip olduğu Fransız psikanalist Jacques Lacan’ın öğretisini tanıtmaktı. Lacan’ın erişilmesi zor konuşma ve yazım tarzını ve Türkiye’deki ana akım psikanaliz camiasının pek de aşina olmadığı görüşlerini bir miktar anlaşılır hale getirerek hem klinik uygulamada hem de dünyayı anlamlandırma konusunda sunduğu araçları dinleyicilere ulaştırmaktı. Lacan’ın psikanalizi bir “burjuva rüyası” olmaktan nasıl çıkardığını, çeşitli ideallerle ve normlarla özdeşleşmeyi öğütleyen Freud sonrası psikanalitik akımlarla girdiği teorik ve pratik tartışmaları, psikanalizin hedefinin özneyi kendi arzusu yönünde harekete geçirmek olduğu yönündeki güçlü vurgusunu göstermek istedim.
Doğrusunu söylemek gerekirse tüm bu motivasyonlarım en baştan beri var olsa da yapacağım işin oldukça sınırlı bir kitleye hitap edeceğini ve kendi doğrultusu olan niş bir proje olacağını düşünüyordum. Ama öyle olmadı… Çok ciddi bir ilgi gördü, Spotify’da en çok dinlenen podcastler listelerinde bazen ilk 10’a kadar girdi. Şu an ise yaklaşık 50.000 takipçisi var, son zamanlarda pek düzenli bölüm koymuyor olmama rağmen. Zaman içerisinde meslektaşlarımın da katkı sunduğu bir alan haline geldi. Tabii bu ilgi benim bu projeye daha fazla sarılmama neden oldu diyebiliriz. Beni en çok sevindiren şey ise Lacancı psikanalize yönelik gerek Türkiye’deki Lacancı psikanaliz camiasındaki kişilerden kaynaklanan gerekse Lacan’ın sansasyonel karakterinden kaynaklanan çeşitli önyargıların törpülendiğini görmek oldu.

Podcast serinde sanat ve edebiyat ile arzu arasındaki bağlantıyı nasıl kurguladın?
Aslında bu podcast serisi boyunca henüz en az değinebildiğim alanlardan birisi psikanalizin sanatla olan yakın ilişkisi. Farklı konular bağlamında gerek sinemadan gerek edebiyattan örnekler kullansam da psikanalizin edebiyatla ilişkisini ele aldığım bir dosya haricinde bu ilişkiye pek odaklanamadım. Bu dosyayı ilerletirken ise yol beni dilin sınırlarını konuşmaya, yani ölüm, yas, huzursuzluk gibi ele alınması oldukça zor konulara getirmişti. Fakat bu konuları konuşmaya başladığım tarihlerde 6 Şubat Maraş depremi gerçekleşti ve bu konuları başka bir zamanda konuşmak üzere bir kenara bırakmıştım. Dolayısıyla şimdilik yarım kalmış bir dosya diyebilirim (37-46 arası bölümler).
Bu soruyu yanıtlamak için bir miktar teoriye değinmem gerekecek: Lacan dile çok özel bir önem atfeder ve insan öznelliğinin dilin bir etkisi olarak ortaya çıktığını söyler. En basit anlamda biyolojik varlığımız yasanın ve kültürün taşıyıcısı olan dilin cenderesinden geçer ve bu karşılaşmanın sonuçlarını önceden kestirebilmek mümkün değildir. Her bir insan yavrusunda bu karşılaşma farklı sonuçlar doğurur. İşte Lacan’a göre öznellik bu karşılaşmanın ortaya çıkardığı bir sonuçtur. Buradaki özne kavramını ise bilinçli olarak kararlar veren, bilinçli bir şekilde eyleyen gibi bir anlamda almamak gerekli. Lacan için özne dediğimizde anlamamız gereken şey bilinçdışının öznesidir. Özne örneğin bir kişiyi kadın olmayı seçmeye iten, ona çeşitli durumlarda kaygı hissettiren, onu çeşitli açmazlarla tekrar tekrar karşı karşıya getiren bir faildir.
Dil varlığa bir eksik boyutu dahil eder. Dille karşılaşıldığı andan itibaren insan sadece ihtiyaçları olan bir varlık olmanın ötesine geçmiştir. O artık ihtiyaçlarını dile getirmeye çalışan, yani talep eden bir varlıktır fakat ihtiyaçla talep hiçbir zaman tam olarak örtüşmez. Talep karşılanır fakat bir şeyler hep eksik kalır. İşte Lacan’ın arzu formülasyonu tam olarak burada ortaya çıkar. Lacan’a göre arzu, bir öznenin ihtiyaç duyduğu şeyle talep ederek elde ettiği şey arasındaki uyuşmazlığın ve gerilimin sonucudur. Bu yüzden arzu tatmin olan bir şey değil daha ziyade özneyi hareket geçiren bir şeydir. Bir tür motor güçtür, itici güçtür.
Sanat ve arzu teması çerçevesinde, Lacancı psikanaliz ile sanat arasındaki ilişkiyi nasıl yorumluyorsun?
Dil bir yandan arzuyu ve öznelliği ortaya çıkarırken bir yandan da birtakım sınırlara sahiptir. Dil insan deneyiminin tümünü ele almaya muktedir değildir, insan öznelliğinde dilin erişimine kapalı bir alan mevcuttur. Lacan bunu “Gerçek” olarak adlandırır ve bu kavramı dille ilişkili olan Simgesel düzenin ötesine konumlandırır. Dilin sınırlarını anlamanın en kestirme yollarından birisi ise ölüm, ayrılık, yas, anksiyete gibi ele alınması zor deneyimlerin karşısında insanların kendilerini ifade etmekte yaşadığı zorluktur. Bir şeylerin sınırına gelindiğinde sözcükler bizi terk eder, deneyimlerimizi anlamlandırma ve aktarma konusundaki yarım yamalak estetiğini neredeyse tümüyle yitirir. İşte sanat tam bu noktada devreye girer: Adlandırılamaz olanı, anlamlandırılamaz olanı, Lacan’ın ifadesiyle Gerçek her ne ise onu ele alma girişimidir. Arzu da tatmin olmaması ve hep bir eksikle ilişkili olması bağlamında dilin erişimine tümüyle açık değildir. Bu yüzden her bir sanat eseri bir tür arzunun dışavurumu olarak ele alınabilir. Örneğin Marcel Proust’un Kayıp Zamanın İzinde eseri boyunca arzusunu yakalamaya çalışan ama hep bir kayıpla/eksikle karşılaşan bir kahraman görürüz.
Buradan çıkarmamız gereken önemli bir sonuç ise şudur: Lacan için arzunun peşinden gitmek bir tür hedonizme yönelmek değildir. Lacan’a göre arzu eksik olmaya yazgılıdır ve bir özne eksikle olan ilişkisini farklı bir şekilde ele alabildiği ölçüde, onu geri döndürmeye çalışmaktan vazgeçip onun sunduğu imkanlardan faydalanmaya gönüllü olduğu ölçüde arzusunun peşinden gitmiş olur.
Lacan’ın teorilerinde öne çıkan “arzu” kavramı, senin yaratıcı süreçlerinde nasıl bir rol oynuyor? Kendi deneyimlerinden yola çıkarak, sanat ve arzu temasının yaratıcılığa katkılarını nasıl ifade edersin?
Bu soru Freud’un ortaya attığı üç imkânsız mesleği aklıma getirdi: yönetmek, eğitmek ve psikanaliz etmek. Bu podcastin eğitmekle ilgili bir yönünün olduğu su götürmez bir gerçek. Dolayısıyla güçlü bir imkansızlıkla ilişki olan bu projenin psikanalizin yayılması ve aktarılmasıyla ilgili bir arzudan dayanak aldığını söyleyebilirim sanırım. Ama bir yandan da hiçbir zaman nihai bir hedefe ulaşmayacağını bildiğim bir arzudan. Podcasti hangi noktada sonlandıracağımı henüz bilmesem de emin olduğum tek nokta aklımdakilerin tümünü anlatamadan sonlandıracak olduğum.

Türkiye’de psikanalizin genel durumunu nasıl görüyorsun? Özellikle Lacancı yaklaşıma ne kadar ilgi var?
Türkiye’de psikanaliz, özellikle post-Freudyen olarak anılan psikanaliz oldukça güçlü bir geleneğe ve kurumsallığa sahip. Bu benim çok değerli bulduğum ve Lacancı psikanalizin de bir gün -farklı tarzlarda da olsa- erişmesini umduğum bir durum.
Lacancı yaklaşım ise görece yeni. Lacancı yaklaşımın Türkiye’ye girişi klinikten ziyade felsefe, kültürel çalışmalar, sinema gibi alanlar üzerinden oldu. Bu durum sadece Türkiye’de değil tüm Anglofon dünyada böyle. Fakat Fransızca, İspanyolca ve İtalyanca konuşulan yerlerde ise Lacan’ın görüşleri çok daha etkili ve güçlü.
Lacancı yaklaşımın Türkiye’deki durumu ise yavaş yavaş daha iyi hale geliyor diyebilirim. Ama en baştan itibaren birçok çatışmayı ve bölünmeyi de içinde taşıyan bir tarafı da var maalesef. İlk soruya tekrar dönecek olursam bu podcasti yapmaktaki temel amaçlarımdan birisi de odağı Lacancı alandaki bu çatışmalardan teorinin kendisine çekmekti. Teorinin sunduğu zenginliği ve uygulama konusundaki imkanlarını göstermekti. İstatistikler iyi yönde veriler sunsa da ne kadar başarılı olduğumu zaman gösterecek.

Türkiye’de Lacan’ın teorileri ne kadar biliniyor ve etkili oluyor? Kendi gözlemlerin neler? Türkiye’de Lacancı yaklaşıma dair tartışmaların seyrini ve bu alandaki gelişmeleri nasıl değerlendiriyorsun?
Türkiye’de henüz teorik bir tartışma yok, dediğim gibi daha giriş aşamasındayız. Ama uluslararası alanda faaliyet gösteren çeşitli Lacancı kuruluşların Türkiye’ye çok canlı bir ilgisi olduğunu birinci elden biliyorum. Avrupa’da genç nesil psikanalizle Türkiye’deki kadar canlı bir şekilde ilgilenmiyor, bunu çok net bir şekilde farklı psikanalistlerden duydum. Bu açıdan baktığımızda Türkiye bir gelecek vadediyor, bu alanda güçlü bir potansiyel taşıyor diyebilirim.
EPFCL (École de Psychanalyse des Forums du Champ Lacanien), ECF (École de la Cause Freudienne), ALI (Association Lacanienne Internationale) gibi uluslararası anlamda söz sahibi Lacancı psikanaliz kurumlarının Türkiye’de faaliyet göstermeye başlamış olmasını ise oldukça önemli buluyorum. Umudum zaman içerisinde birlikte hareket etmenin imkanlarını genişletmek ve git gide ayakları daha fazla yere basan bir alan inşa etmek.
Gelecekte sanat, arzu ve psikanaliz temaları etrafında bir proje gelistirmeyi dusunuyor musun?
Evet, tabii. Belki de bu röportaj vesilesiyle yarım bıraktığım psikanaliz ve edebiyat dosyasına geri dönerim ve kapsamı bir miktar daha genişleterek psikanaliz ve sanat ilişkisini daha derinlemesine ele alırım. Neden olmasın?
Röportaj: Oğuzhan Nacak
@psikanalizsohbetleri