G-7YN0JE445C

Paris’ten Berlin’e Bir Ressamın Portresi: Feryel Atek

Feryel Atak

Resim sanatı üzerinden kurguladığınız estetiğin ana bileşenlerini anlatabilir misiniz? Şimdiye kadar tarzınızı ne tür sanatsal, kültürel ve sosyal girdiler besledi?

Dinamik, dürtüsel hareketler, görece daha grafiksel ve ince hareketlerle canlandırılan organik renkler ve şekillerden bir yapı oluşturmayı seviyorum. Bu dokular, biçimler ve çizgiler her zaman kendi kendine evrimleşir ve böylece bizzat kendim beni harekete geçiren enerjinin bir aracı haline gelirim. Ritim ve titreşimin estetiğimin büyük bir bileşeni olduğunu düşünüyorum ama aynı zamanda işimde sembolik temsil de büyük rol oynuyor. Küçük yaşlardan itibaren kendime ait bir estetik yaratmak istedim, bunun beni paradoksal olarak belli bir evrensellik biçimine yaklaştıracağına inandım. Bir duyguya biçim vermekten, bilinçaltım tarafından çağrılan bir arketip yaratmaktan gerçekten zevk alıyorum. İnsan figürünü tekrar tekrar vuku bulan bir desen, bir toplanma olarak kullanmayı seviyorum, çünkü bunun sonsuz bir dışavurum kaynağı olduğunu düşünüyorum.

Üslubumun kökenini hatırladığımda, ilk olarak ailevi geçmişimi düşünüyorum, annem ve babamın ikisi de figüratif ressamlar. Çocukluğumu 90’ların sonlarında Paris’te atölyeleri ve işgal evlerini ziyaret ederek geçirdim, ailem çarmıha gerilmiş İsa temsillerinin her türlüsünden Enki Bilal’in çizgi romanlarına, Japon mangalarından Asya ve Afrika maskelerine ve kuklalarına kadar her türlü figüratif temsile tutkuluydular. Bundan gerçekten çok etkilendim ve daha henüz çocukken çoğunlukla grafiksel olmak üzere kendi stilimi oluşturmaya başladım.

Ayrıca Avrupalılar tarafından Berberi olarak da adlandırılan Amazigh köklerim var, görsel kelime dağarcığımı tümüyle etkileyen Kuzey Afrika topraklarında bulunan eski bir yerli halk.

Felsefe, antropoloji ve daha yakın zamanda sanat terapisinin de tarzım üzerinde güçlü bir etkisi var, insanın durumu ve yorumlarının çoğulluğu, şu ana kadar var olan her türlü manevi ve mitolojik temsiller kadar beni büyülüyor.

Berlin, resim sanatı ve kendiniz arasındaki estetik ilişkiyi nasıl tariflersiniz?

7 yıl önce Berlin’e geldim. Şehrin enerjisi ve estetiği, son yüzyılların mimari mirasının Berlin’deki gibi savaşla yok edilmediği memleketim Paris’ten çok farklı ve ferahlatıcıydı. Berlin, yeni doğan kentsel manzaraları ile bana çok fazla içsel özgürlük ve yaratma dürtüsü verdi. Burada açık alanlar, endüstriyel ham mimarinin cazibesi, yeşil alanların bolluğuyla ve Doğu’nun ışığıyla buluşuyor.

Berlin ayrıca bana daha büyük ölçekte resim yapmam için fiziksel alan verdi. Ve elbette, varlık ve ifade özgürlüğünün peşinde koşan çeşitli eksantrik kişilikleriyle Berlin sahnesi, bireyselliğimi tamamen benimsemem için bana ilham verdi. Berlin aynı zamanda doğum yaptığım ve bir kadın olarak dönüşümler yaşadığım bir şehir. Anne olmak çalışmalarımı güçlendirdi ve resim pratiğimde daha derine inme isteğimi artırdı.

Sanatçı kimliğinizin kurulmasında hangi ressamların önemli rol oynadığını düşünüyorsunuz? Hangi sanat akımları sanatınızı göz ardı edilemeyecek ölçüde etkiledi?

Her şey eski ustalarla başladı, çocukluğumda Avrupa’nın her yerindeki müzelerde Caravaggio, Da Vinci, Artemisia’ Gentileschi gibi isimlerle ve ayrıca Schiele, Kokoschka, Goya, Hokusai, Bacon, Kahlo, Ousmane Sow, Bilal gibi zaman ve mekanı aşan yenilikçi bir formla insan ruhunu ve durumunu çağıran sürrealistlerle gözlemleyerek tanıştım. Ayrıca diğer kültürlerden ve yerlerden gelen sanatın da sanatsal inşamda büyük etkisi oldu.