Kalbin derinliklerinden, acımasız bir dürüstlükle, bu uçucu grubun sesi geliyor. Kuşun muhteşem uçuşundan ilham alan “Solo Pájaros” müziği, yaşamanın güçlü sevincini sahneye taşıyor. Şarkı sözleri, insan yürüyüşünü sık sık rahatsız eden hüznü, onu her meraklı dinleyicide kanat kaldırabilecek bir şiire dönüştürme arzusuyla anlatıyor. Müziğinin rüzgara kapılıp gitmesine izin verseydik nerede olacağı belli olmaz, uçuş planı olmadan dünyanın her yerine ulaşmaya çalışırdı. Küçüğü büyük bir şey olarak kabul ederdi. Ayın karanlığı, güneşin parlaklığı gibi. Ve hayatın bir parıltısı olarak kaçınılmaz ölüm gibi.
Başlangıçta grup üyelerinden üçü (Trini, Alex ve Jan) 2014 yılının başında beraber çalmaya başladı. Berlin, Madrid ve Barselona trenlerinde sürekli hareket halinde şarkı söylemeye başladılar. İki yıl sonra iki yeni önemli müzisyen (Antonella ve Uaio) gruba katıldı. Böylelikle, günümüzde gruba uyan takımyıldız hizalanmış olacaktı. İki kadın ve üç erkek. Beş müzisyen. Üç dize. İki perküsyon. Ve beş ses.
Çeşitli dayanışma etkinliklerinde müzikal desteklerini veriyorlar. Macaristan ve Almanya’daki festivalleri gezdiler. 2016’nın ortasında Trini ve Alex gruptan ayrılır ve iki yeni üye katılır; önce Sebastián Yaniez, elektro gitar ve charango (And bölgelerine özgü on telli mandolin benzeri bir enstrüman) çalıyor. Bir yıl sonra Sebastián Rosales davulcu olarak gruba katılır, grubun cajon sesinin bateri setiyle değiştiği nokta budur. Şarkılarını kendi odalarının duvarları arasında kaydedip miksliyorlar. Kendi video kliplerini çekiyorlar. Kendi şarkılarını yazıyorlar. Uçmayı öğrenmek adına düşüşü hissetmekten korkmuyorlar.
/NCOUNTERS/ projesinden henüz haberdar olmayan birine, bu projeyi nasıl tanıtırdınız?
Selam dolmuş! Zor soruyla başladın… Tanımlamak zor fakat kabaca “Berlin´de yaşayan insanlarca sürdürülen politik bir görsel-işitsel alan” olduğumuzu söyleyebiliriz. Özellikle “emerging” sanatçılara yer vermeye, yüreklendirmeye çalışıyoruz. Sanatın sınırsızlığı üzerine kafa yorup, sanatçıların geçmiş tecrübelerinin çeşitliliğinden besleniyoruz. Bir “mapping” projesi denebilir belki de…Onun dışında röportajlar yapıyoruz, setler yayınlıyoruz. Yakın zamanda trackler paylaşıp premiereler yapacağız inşallah. Fikir çok…
Bu projeye başlarken nasıl sorunlaştırmalara, ihtiyaçlara, amaçlara, kaygılara ve duygulanımlara sahiptiniz? Bu projenin kurgulanma ve inşa sürecinde etkili olan ana motifleri bizlerle paylaşabilir misiniz? Sizi yola çıkaran ana motivasyonlar nelerdi?
Yetiştiğimiz kültürle mutlaka ilintili olsa gerek sanat ve sanatçı eylemliliklerden ziyade statü sembolleri olarak kullanılırdı bu sebepten olsa gerek yine kabullenip kendi yaptığımız işlerin arkasında durmak güçtü. Bazı başka “sanatçı“larin da benzer problemler yaşadığını fark ettik. Göçmen özne olmak elbette bu durumu daha da zorlaştırıyordu. Bir yüreklendirmeye mutlaka ihtiyaç vardı. Ek olarak insanların hikayeleri oldukça ilgi çekici, genellikle ortaya koydukları ürünlerden haberdar oluyoruz fakat ürünleri ortaya koyduran çeşitli koşulların görünürlüğü oldukça az. Oysaki bu süreçler de oldukça ilham verici olabiliyor.
Fotoğraf: @anlayhnn
/NCOUNTERS/ bu noktaya gelene kadar nasıl sorunlarla karşılaştınız ve bunları aşmak için ne gibi süreçler yaşadınız, çözümler geliştirdiniz?
Pek çok sorun var elbette. Pandemi öncesinde beraberlikler olanaklıydı, görece daha kolaydı. Fakat mevcut koşullar içerisinde kendi komunitemizi diri tutmak bile çok olanaklı değil. Çok anlaşılabilir bir durum. İki kişinin dahi bir araya gelemediği distopik koşullarda bir kolektif sürdürmek çok anlamlı bir beklenti olmayabiliyor. Onun ötesinde, maddi olanaksızlıklar zorluyor. Bunu göçmen özneliğimiz doğrultusunda anlamaya çalışmak gerek. Belirsizlik söz konusu pek çok alanda. Doğrusunu söylemek gerekirse kalıcı bir çözüm üretebildiğimiz bir konu değil bu. Yaptığımız şeyleri sürdürebilmemiz adına maddi kaynaklar yaratmak şart. Birbirimizle bağlantılarımızı geliştirmek aklımızdaki fikirleri ortaya koyabilmenin tek yolu. Belki bu röportajla insanlara ulaşabilir ve beraber çalışabiliriz diye de umuyoruz.
Fotoğraf: @anlayhnn
Proje bu noktaya gelene kadar yolda neler buldunuz? İlerisi için neler bulmayı umuyorsunuz?
İnsanların hikayeleri var ve duyulmaya değer. Temel bulgumuz bu. Projenin adında da oldugu üzere “karşılaşmalara” inanıyoruz. O nedenle çok da bir şey bulmaya çalıştığımız söylenemez. Net bir plan da yok, pek çok fikir, temenni ve manifesto var.
Fotoğraf: @anlayhnn
Projeye yakın çevresinde ne gibi etkileşimlere neden oldu? Nasıl tepkiler aldınız?
Yakın çevremizi politik estetik bir düzlemde örgütledi. Sıkı bağlardan bahsetmek zor olsa da NCOUNTERS etrafında örgütlenmiş sanatçılar, öğrenciler, göçmenlerden bahsetmek abartı olmaz bizce. İnsanlar bir şeylerin yapılabilir olduğunu görmüş olabilir belki de. Hayatta kalma düzeyinde mücadele verdiğimiz bu yeni vatan Almanya´da bir taraftan politik estetik bir oluşum kurmak kendi küçük dünyamızda devrimciydi. Bu yüzden, bir yüreklendirme olmuş olabilir diye düşünüyoruz.
Gelecekte /NCOUNTERS/ ‘ı hangi doğrultuda ilerletmek istiyorsunuz? Hangi amaçlara sahipsiniz?
Dediğimiz gibi net bir yol haritası yok. Fakat premiereler, releaseler yapan bir record label olmanın esiğindeyiz. Biraz daha görünürlük istiyoruz ki desteklediğimiz sanatçılara daha çok destek olabilelim, alan açabilelim. Üretken olmak istiyoruz kısacası. Bir de kendini sürdürebilen öz kaynaklarımız olsun istiyoruz temelde.
Şu ana kadar yaptığınız hatalardan neler öğrendiniz? Benzer girişimlerde bulunmak isteyenlere ne gibi tavsiyesiniz olur?
Denemek gerek mutlaka. Fikirler, pratikler kadar heyecan yaratmayabiliyor insanlarda. O nedenle ilk taşı atmak vazifesi bazen bazılarımıza kalıyor. Sonrasında süreçler ve fikirler kendi örgütlenmelerini beraberinde getiriyor. O nedenle kolektif çalışmalarda dahi bazı süreçlerde bazılarımızın inisiyatifi alması gerekebiliyor. Bu cesaret kıran bir durum olmamalı. Onun dışında çok da hata denebilecek bir durum yok sanırım. Günün sonunda hepsi birer karşılaşma en nihayetinde.
Fotoğraf: @anlayhnn
Projeye dair belli güçlüklere yönelik olarak herhangi bir dayanışma çağrınız var mıdır?
Açıkçası bir alan olma iddiasındayız. Bu nedenle insanların projeyi sahiplenip o alanı büyütmesi her şeyin önünde bizim için. Pek çok ihtiyaç var elbette fakat zorlu karanlık süreçlerden geçtiğimizin bilincindeyiz. Bundan ötürü şu an destek istemek için çok doğru bir an olmayabilir. Fakat eleştiriler, fikirler, üretimler çeşitli işbirlikleri bizi ileri taşıma noktasında faydalı olurdu.
/NCOUNTERS/ en nihayetinde bir tekno müzik projesiyken, nasıl bu kadar göçmen kimliği üzerinden politikleşebildi? Bu kendiliğinden bir süreç miydi? Yoksa en başından beri böyle mi kurgulanmıştı?
Çoğunlukla sosyal bilimler öğrencilerince domine edilen bir kolektif alanız. Göçmeniz. Doğal olarak politiğiz. Yaptığımız her şey de bu doğrultuda minimum düzeyde politik. Müziğimizde, projemizde, var oluşumuzda. Çok çaba sarf etmeksizin doğalında gelişti diyebiliriz. Aksi de çok mümkün görünmüyor .
Bu politikleşme süreci ne gibi destekler ve tepkiler aldı?
Politikleşme kimilerince radikal bulunurken kimilerince olumlu karşılandı. Yani etrafımızdaki beyaz ayrıcalıklı komunite çuvaldızı kendine batırdı belki de. NCOUNTERS’ ın parçası olmak minimum düzeyde politik bir uzlaşıyı zorunlu tuttu. Belki de bu, homofobik olmamak, ırkçı olmamak, beyaz ayrıcalıklı dünya düzenine eleştirel bir bakış açısından bakmak gibi çok minimum fakat varoluşsal bir uzlaşı. O nedenle NCOUNTERS ne kadar açık bir alan olsa da bir anlamda belki de kendini dayattı.
/NCounters/ politik bir söyleme sahip olmasına rağmen özellikle en başlarda beyaz heteroseksüel erkek sanatçılara ağırlıklı olarak yer verme gibi eleştirilere maruz kaldı. Bu eleştiri hakkında ne düşünüyorsunuz? Bu eleştiri sonrasında bu durumu aşmak için neler yapıldı?
Çok anlamlı ve yerinde bir eleştiri elbette. Fakat bu ısmarlama bireysel işlerle önüne geçilebilecek bir eleştiri gibi görünmüyor. Komünitenin kendini dışarıya açması şart. Kimlik politikası yapmak değil maksadımız elbette, fakat kendi öznelliğimizden çıktık yola. Süreç içerisinde beyaz ayrıcalıklı sanatçılara da yer verdik. Açık bir alan olmaya çalışıyoruz ve son eylemlerimizle beraber, duruşumuz biraz daha netleşiyor gibi hissediyoruz. Biz de öğreniyoruz.
Pandemi süreci /Ncounters/‘ı nasıl etkiledi. Pandemi için belli hayatta kalma stratejileri geliştirebildiniz mi? Pandemi sonrası için ne gibi planlarınız var?
Pandemi karşılaşmaları gerçekten azalttı. Elbette zordu. İnsanları, komuniteyi motive etmek zordu. Fakat insanları üretken tutmak adına “Avoid NCOUNTERS” serisini yaptık. Fena fikir değildi açıkçası. Pandemi öncesinde rüzgâr bizden yana esiyordu, full-house bir parti yaptık. Pandemi sonrasında kaldığımız yerden başlamayı beklemiyoruz. Naif olurdu. Fakat yeni dünyaya uyum sağlayıp dans müziği sahnesini politikleştirmek için elimizden geleni yapacağız.
Bir “trans-national” underground tekno projesi olarak /Ncounters/, Berlin gece hayatının ve parti kültürünün öyle ya da böyle bir parçasıydı. Görünen o ki pandemi Berlin’in gece hayatını geri dönüşü olmayacak şekilde etkiledi. Muhtemelen pandemi sonrası bıraktığımız gece hayatını bulamayacağız. Sizce bu dönüşüm ne yöne doğru olacaktır? Bazılarının da ifade ettiği üzere daha fazla metalaşmış, kontrol mekanizmaları oluşturulmuş bir alan olursa, bunun karşısında daha komünal ve liberteryan bir seçeneği savunan 90’ların illegal “rave”lerini andıran bir direniş pratiği örgütlenmeye çalışılacak mıdır?
Açıkça söylemek gerekirse Berlin gece hayati üzerine büyük büyük cümleler kuracak kadar tecrübeli değiliz. Fakat son 3 senedeki gelişmeleri küresel gelişmelerin ışığında değerlendirirsek dans müziği sahnesinin ticarileştiğini söylemek yanlış olmaz. Çok yeni bir söylem de değil.. Ama çok umutsuz olacak bir durum da yok elbette. Değişime karşı statükocu olmak da anlamlı değil. Ticarileşen dans müziği sahnesine karşın, mutlaka yeni direniş alanları ve onların müzikleri olacaktır.
Neukölln yöresinden bir tekno okumak ister misiniz?
Hayatı ve dans etmeyi öğrendiğimiz ve sonra unuttuğumuz Neukölln sokakları…
(Bpm: 140, Kick: 4/4, Yöre Neukölln)
Karşılaşmalara açık olmak gerek sevgili dolmuş ve mutlak suretle denemek, denemek ve denemek.
Berlin’de doğup büyümüş bir sanatçı olarak, Berlin ve kendiniz arasında olan ve sanatınız içinde vücut bulan estetik ilişkiyi nasıl tanımlarsınız?
Benimle Berlin arasındaki estetik ilişki eserlerimde açıkça görülebilir. Şehrin doğusundaki Marzahn’da bir WBS 70 prefabrik binasının 11. katında büyüdüm. Berlin Duvarı’nın yıkılmasından önceki yıllarda, Doğu Berlin sakinlerinin Marzahn’a taşınması özellikle çekiciydi. Dairede özel bir tuvalet, merkezi ısıtma vardı ve yan cephede kurşun delikleri (savaşın kalıntıları) yoktu.
Almanya’nın tekrar birleşmesinden sonra, birçok insan mutluluğunu Federal Cumhuriyetin diğer bölgelerinde bulmak umuduyla Marzahn’dan göç etti.
Ben ise 1990’da doğdum ve hala Doğu Alman Devleti’ne ait bir doğum belgem var ve bu nedenle kendimi doğu-sonrası (post-east) olarak adlandırmayı tercih ettim. Neden doğu sonrası? Yetiştirilme tarzım, okul eğitimim, gri gökdelen komplekslerinin gölgeli avlularında büyümem… Tüm bunlar ailemin anılarının ve Batı (Almanya)’nın etkilerinin iç içe geçip eridiği bir potadır. Artık orada yaşamıyorum ama eski mahallemi düzenli olarak ziyaret ediyorum.
Oraya sosyal anlamda hala dahil oluyorum ve bölgenin gelişimini takip etmeye devam ediyorum.
Bu nedenle, ticari veya endüstriyel odaklı bir nüfustan ziyade ağırlıklı olarak konutsal bir alan olan bu bir nevi uydu şehir, çalışmalarımda hala bir tema.
zahne-zeigen
Resimleriniz aracılığıyla oluşturmuş olduğunuz estetiğin ana bileşenlerini nasıl tariflersiniz? Şimdiye kadar tarzınızı ne tür sanatsal, kültürel ve sosyal girdiler besledi?
Tarzım; düşünceler, anılar ve derme çatma bileşenlerden oluşan bir girdap tarafından şekillendiriliyor.
Bazen otobiyografiktir, bazen de ben onu kendi gerçeğimi inşa etmek için bir vekil olarak kullanıyorum. Bir kolaj… Geleceğin sizin için neler hazırladığına dair bir korku, izolasyon, gerçeklerden kaçma, neşeli bir başarısızlık, geçmiş ve şimdinin karşılıklı oyunu, günlük hayatın iç bağlantıları ve kişinin kendi varoluşu hakkındaki haince şakadan oluşan bir kolaj.
am aas ergotzend
Sanatını icra etmen için seni teşvik eden duygulanımlar nelerdi? Neden resim sanatını araç olarak seçtiniz? Resim yaparken nasıl duygulanımlanıyorsunuz? Bunu sanatınıza nasıl yansıtıyorsunuz?
Çocukluğumdan beri sanat benim için kirli günlük hayattan çıkış yolu olmuştur.
Bir terapi, bir sığınak, bir lanet ve bir lütuf.
Hangi sanat akımları ve sanatçılar sizin sanat anlayışınızın şekillenmesinde önemli roller oynadı?
Kübizm ve Ekspresyonizm gibi estetik normlara meydan okuyan sanat akımları benim için erken yaşlardan itibaren çok önemliydi. Ama aynı zamanda toplumla ilgili sorularda, DADA, Fluxus ve Viyana Eylemciliği gibi akımlar zekâ kıvraklığı, yeni alanlar keşfetme, sanatın ta kendisine saldırma, radikallik yoluyla bende kalıcı bir etki yarattı. Ancak Pop Art’ta olduğu gibi yeniden üretilebilirlik ve tekrarlama gibi unsurlar da çalışmamı etkiledi.
Başlık yeterince açık ve kelimelerinin birebir anlamıyla anlaşılmalıdır. Bu bir davettir!
Resimde yüzünüzü kızartan herhangi bir şey var mı? Resimde sizin için utançla ilgili bir şey var mı? Hayır mı? Harika! Benim oraya varmam biraz zaman aldı – eğer halihazırda varabilmişsem!
Şahsen kıl, mastürbasyon ve menstruasyon hakkında utanç hissederdim? Bu tabloyu yapmama neden olan, regl kanıma karşı duyduğum utançtı.
Bu utancın kökenini uzun zaman önce aklıma gelen bir düşüncede görüyorum: “Menstruasyon sırasında beni yalayan insanlar oldu, ancak oral seks sonrası aldığım birkaç öpücüğü saymazsak regl kanımın tadının neye benzediğine dair bir fikrim yoktu. Ve sonrasında bir rahatsızlık hissinin geldiğini hatırlıyorum. Ve işte oradaydı: “UTANÇ”.
Kahretsin! Bu insanlar benim kendi vücut sıvımı benden daha fazla kabul ediyor gibi görünüyor. Bunu istemiyorum! Sonra kendime şu soruyu sordum: bunu nasıl değiştirebilirim?
İlk Fikir: Elbette deneyerek. Bir dahaki sefere regl olduğumda adet kabımı çıkardım, ona baktım, parmağımı batırdım ve tadına baktım. Kanlı ve aslında gayet iyi. İlk adım tamamdı.
Daha sonra, tesadüfen regl kanıyla ilgili, onunla nasıl daha iyi bir bağlantı kurabileceğime dair fikirlerle dolu bir web semineri buldum. Beni yakalayan fikirlerden biri de resim yapmaktı!
Bu yüzden eczaneden her günün kanını ayrı ayrı depolamak için damlalıklar aldım ve bir süre sonra ilk tabloyu yaptım.
“Lanet olsun utanca” ön aşamasından hemen sonra, daha fazla boya üretmem gerekene kadar birkaç resim daha yaptım ve ardından ilginç bir his ortaya çıktı:
Regl olmak için sabırsızlanıyordum! Ve şaşırtıcı bir şekilde, sadece uzanarak ve adet görerek kendimi üretken hissettim. İşte bunu seviyorum!
Ve resim yaparken, yerde beni pek rahatsız etmeyen tamamen kanlı bir karmaşa vardı. Bu aradığım bir gelişimdi!
Bu tabloyu oluşturmak için kullandığım birkaç şey: kağıt, kanım (bir adetin her günü farklı bir kapta saklayarak), su ve fırça. Renklerdeki çeşitlilik, günden güne farklı tonlardan ve karıştırıldığı su miktarından kaynaklanmaktadır. Boyadıktan sonra renkler zamanla biraz değişti. Ve merak edenler için kokmuyor – gerçekten yaklaşırsam ve derin nefes alırsam, toprağımsı bir koku alabilirim.
Bir gün Alplerde yürüyüş yaparken birden ayağımın altındaki taşları fark ettim.
Pırıltılı siyah granit ile beyaz kireçtaşı arasındaki kontrast, düzensiz şekilleri, güzelliğinin sadeliği ve kökenlerinin karmaşıklığı karşısında büyülenmiştim.Her bir taş, aslında muazzam sıradağların küçük bir parçası olarak uzaklara yayılmıştı. Bu doğal ihtişamın kalıntılarını hayranlık uyandırıcı buldum ve onlar karşısında saygı ve ilhamla doldum.
Onlar dağların tarihinin hatıraları, düşünceleri, küçük hatıraları; yani plakaların yeraltında şiddetle çarpışması, bir buzul çağından geriye kalanları, dağların kendi oluşumlarının güçlü zerafetiydi, ve tamamen canlıydı.
Aynı zamanda sadece birer taştılar…
Ama o dağda yürüyüş yaparken bana ruhunu, parçalanmış hatıralarını ve izlenimlerini ifade etme vizyonu veren bir taş.