kapadokya

Konak ve Ev

Eski, sessiz bir mahallenin tam ortasında zamanın tozu ile kaplanmış pencereler ve harabe duvarlarıyla büyük bir köşk dururdu. Bu ev bir zamanlar hayatla doluydu ancak şimdi geçmişin bir hatırası gibi görünüyordu. Bir zamanlar kahkahalar ve sıcak sohbetlerle yankılanan bu evde şimdi yalnızca birkaç genç yaşıyor. Bu gençler, eski evi yeni bir yuvaya dönüştürmeye karar vermişlerdi.

Köşkün bahçesinde kurak ve cansız bir arazi vardı. Diğerleri için belki bir anlamı yoktu ama onlar için bu toprak sadece bir parça toprak değildi. Birlikte burayı güzel bir bahçeye dönüştürme sözü vermişlerdi. Öyle bir yerdi ki burada birlikte hayatın zorluklarını umut ve aşkla doldurabileceklerdi.

Haftalar geçti ve işler başladı. Her zaman toprakla uğraşan Ayşe, dikkatle çeşitli çiçekler ve bitkiler dikiyordu. Ahmet ve Serim çoğu zaman onun yanında duruyor ve toprağa bulanmış elleriyle Ayşe’nin sohbetlerini dinliyorlardı. Kıvanç ise eski ağaçların kurumuş dallarını kesmekle meşguldü. Ayşe, toprak ve bitkiler dünyasında kaybolmuşken yeni ağaçlar dikiyor ve suluyordu.

Gece olduğunda herkes yorgun ve toprak içinde konağa dönüyor, birlikte oturuyor; günlük sorunlardan, hayallerinden, çocukluk anılarından ve birlikte kuracakları gelecekten konuşuyorlardı. Birbirlerinin yanında sadece ev arkadaşlığı değil, çok daha fazlasını bulmuşlardı. Aşk ve çaba aralarında derin ve sonsuz bir ilişki yaratmıştı. Aşk sadece birbirilerine değil, bu küçük bahçeye, bu eski eve ve elleriyle inşa ettikleri her şeye duyulan bir aşktı.

Zaman geçti ve bahçe yavaşça canlandı.

Çiçekler toprağın içinden çıkmaya başladı. Bir zamanlar kurak ve cansız olan köşk bahçesi şimdi yeşil ve yaşam dolu bir yer haline gelmişti. Her sabah uyandıklarında ilk gördükleri şey kendi elleriyle yarattıkları güzellikti.

Ama her şeyden daha fazlası, bu yeni ve huzurlu yerin çaba, bağlılık ve aşkın; eski ve harabe bir köşkün ortasında bile yeni bir dünya yaratabileceğini hatırlatıyor olmasıydı. 

Artık onların, anılar ve elleriyle inşa ettikleri umutlarla dolu bir yerdi.                   

Ev:


Ev güzel bir kelimedir. Ülkemize, yaşadığımızı yere, baba ocağı ve hatta sevdiklerimizin kalbine atfedebiliriz. Benim için ev kendimi güvende hissettiğim yerdir. Duyguların kelimelerden çok daha karmaşık olduğunu hiç düşündünüz mü? Kelimeler duyguları anlatamaz ama burada duygularımı ifade etmek için elimden geleni yapacağıma söz veriyorum. 

Evden ayrılırken kendimi hasta ve bir büyük hiç gibi hissettim. Korku yıllardır yaşadığım bir duygudur. Evet, terk edilmiş hissettim ve artık bütün kalbimle yeter diyerek kendimi güvende hissedebileceğim bir yerde olmak istiyorum. 

Evimiz hep insanlarla doluydu hep güzel sohbetler, hep yeni şeyler öğreniliyordu, hep yardımlaşmak, birlikte tecrübe kazanmak; ama bunların hepsi ne yazık ki benim bavuluma sığmadı. Kafam karışıktı hiçbir şey bilmiyordum, istemiyordum ya da artık hiçbir yerde yaşamıyordum. Aslında yoktum. Ev benim için kayıptı, belki de kaybetmiştim. Evimden uzakta bir yerde ve evsizlik mevsiminde kendimi bir konakta buldum.  

Sessizliğim, konağın sessizliğinde boğulmuştu. Uzun zamandır evden uzaktayım ve konuşmayı bile belki unutmuştum. Duyguların kelimelerden daha karmaşık olduğunu söylediğimi hatırlıyorum siz de hatırlıyor musunuz acaba? Tıpkı, o büyülü köşkte kendi zihnimde kaybolduğum zamanki gibi. Evet büyülü, inanın bana abartmıyorum. Yüz yıllar süren insan yaşamıyla dolu eski konağın, yüksek duvarlar ve kubbe şeklinde çatısı ….

İşin ilginç tarafı ilk defa bu konağa adım attım ve şimdi bu hikâyeyi oradan size anlatıyorum.

Konağın sahibi kemikli suratlı, masum ve nazik bir insandı. Konak insanlardan dolu içimde, garip hisler yaratıyordu, dejavu olmuşum… Huzur ve hayat dolu insanlar, ay canım benim, hayatla ne güzel dans ediyorlardı, sanırım onlara hayat veren bu konaktı. Yürümeyi yeni öğrenen bir çocuk gibiydim. İnsanların birbirini sevdiğini unutmuştum ve birlikte ne kadar güzel parladığımızı da unutmuştum. Tüm bunlar bana konak ve halkı tarafından bir kez daha hatırlatıldı.

Işık insanları, parlıyorlar ve belli ki bu parlaklık iç huzurun sonucudur, yargılamamanın sonucudur. Kendini ve insanları olduğu gibi kabul etmenin, kabullenmenin sonucudur. Ne kadar iyiyim ve tüm bu insanlar, ne kadar benim. Biliyor musunuz ben ve ben sürekli birbirimizle konuşuyoruz ve eğer dostluk araya girmezse nasıl dayanabiliriz?

Amaneh Abyar

Buy Me A Coffee

HADİ ÜRGÜP’E GİDELİM: Hamleci Konağı, tarihi, evrimi ve hissettirdikleri

Ayrancı her birimizin iç dünyasındaki haritalarda parlayan bir noktaysa, Ürgüp’teki Hamleci Konağı da bu fosforlu noktalardan biri. Tüm bu noktalar bir çoğumuz için topluluk olabilme hissini bilincimize ve kalplerimize, bir arada olmanın tadını damaklarımıza işleyen yerler. Bu tatlar Ayrancı-Neukölln Dolmuşu’na dönüşmüşken yola devam edip Kapodakya’ya, oradan da Ürgüp’teki durağımız, Hamleci Konağı’na uzanıyoruz. Bu yazıda siz dostlara, Hamleci Konağı bugüne nasıl gelmiştir ve nerelere doğru gider anlatmaya çalışıp, hep beraber mini bir yolculuğa çıkmak istiyoruz.

Ürgüp, Kapadokya’nın masalsı doğasının devam ettiği, konak ise bölgenin tarihsel izlerinin sürülebileceği bir yer bizim için. Ünlü peri bacaları, aktif volkanlar tarihinde suların kurumasıyla oluşan dokuya, rüzgarlar ve suların şekil vermesiyle oluşmuş. Farklı toplumların ve kültürlerin yaşadığı bu coğrafya, yaşananları şimdi bile okuyup görebileceğimiz bir açık hava müzesi hissi veriyor. Asurluların ‘Katpatuka’ dediği ve Perslerin dilinde “Güzel Atlar Diyarı” anlamına gelen Kapadokya, yerel bir efsaneye göre de periler diyarı olarak anılıyor.

Kapadokya’yı ruhuna sindirmiş olan sevgili Yılmaz abi yolu buraya düşenlerin doğru kapıdan girdiklerinde çıkamayacaklarını söyler. Hakikaten de öyledir, kayaları delip tutunan kökler öylesine sağlamdır ki, hissetmemek elde değildir. Bizim de bu diyarlara ve Hamleci Konağı’na yaklaşık altı yıldır hep yeniden gitme ve birlikte üretme hayalleri kurmaya doyamamamızın ardındaki etki biraz da bundandır.

Hamleci Konağı, yaklaşık 200 yıl önce bölgede yaşayan Rumlar tarafından yaptırılmış. Konakta yine evin bakım işleriyle ilgilendiğimiz günlerden bir gün, bölgenin eski Rum evlerini araştırmaya gelen birinden öğrendiğimize göre Evangelia Balta’nın ‘Prokopi’ adlı kitabında ilk sahibinin konağın önünde çekilmiş bir fotoğrafı var. Bu bilgilerin bir araya gelmesiyle konağa ait hikayeler de teker teker birleşmeye başladı.

Konağın ilk sahiplerinin Rum olduğunu ve mübadele döneminde gitmeleri gerektiği zaman konağı, lakabı Hamlecioğlu olan dedenin satın aldığını öğrendik. Hikayelerine ulaşmaya çalıştığımız Hamleci Dede Atatürk’ün telefoncusuymuş.  Anlatılanlara göre de kendisi pek konuşmazmış. Onu tanıyanlar tarafından ona oldukça saygı duyulurmuş ve hayattayken torunun torununu görebilmiş. O zamanlarda konağın içinde Hamleci Dede’nin kendi ailesinin yanı sıra, kiracı ailelerin ve evin kimi işleriyle ilgilenen “Yoğman Ağa”nın da birlikte yaşadığını öğrendik. Hamlecioğlu Dede’nin ve ondan sonraki kuşağın yaşadığı zamanlarda Kapadokya’da Ürgüp en meşhur, en gelişmiş bölgeymiş.

Konağın günümüzde mimari araştırmalara konu olan başka bir özelliği de, ahşap kapısı. Bu kapı Hamleci Dede hacca gittikten sonra yeşile boyanmış. 

Eski kapıdan uzanan düzlüğün sağ tarafında bahçe bulunur. Bir zamanlar bahçede; ahırda atlar, yaşlı meyve ağaçları, bostan ve sulama havuzu bulunurmuş. Yıllar içinde konakta kalanların teker teker azalmasıyla bakımsız kalan bu bereketli bahçe yabani otlarla ve ağaçlarla kaplanmış.  Hatta evin bir kısmı bu ağaçlar tarafından alaşağı edilmiş ve anlatılanlara göre bu yıkılan ev epey görkemliymiş. Önceden en az on çeşit olduğu söylenen elma ağaçları yerlerini kendi kendine çıkan kayısı, kara mürver ve yan bahçeden sarkan ceviz ağacına bırakmışlar.

 Bahçeden konağa uzanan düzlükten devam ettiğinizde avluya çıkan taş merdivenlere ulaşırsınız. Avluya çıktığınızda bir kısmı kayaların içinde kalan eski taş ev ve asmaların girişine gölgelik yaptığı “sarı ev” ile karşılaşırsınız. Konağı ve sarı evi birbirine bağlayan ve bahçeye bakan avlu kısmı da gündüz asmaların, geceleri de yıldızlarla ayın gölgesinde kalmaktadır. Evangelia Balta’nın, Ürgüp – Prokopi kitabında anlatılanlara göre bu taş evlerin şeklini sırtını yasladığı kaya belirlermiş. 

Ön bahçeyi gören çardağın da bulunduğu bu geniş alanda Ürgüp’ün doğal dokusunu rahatlıkla hissederiz. Bir zamanlar kalabalık bir ahaliyi ağırlayan bu konak; undamı, ahır, ağıl, tandır, şırahane gibi farklı amaçlara hitap eden bölümlere sahiptir. 

Konağa, yalnız kaldığı on beş yıldan sonra tekrar döndüğümüzde temizlik yaparken, evin bölümleri arasında, kayaya oyulmuş bir şapel olduğunu keşfettik. Bu şapelin Hristiyanlığın yayılmaya başladığı ilk zamanlardan kalmış olabileceğini düşünmekteyiz. M.S. 3. yüzyılda, Kapadokya bölgesinde sığınma ve barınma ihtiyaçlarını karşılamaya çalışan Hristiyanlar bölgenin kayalarının oyulmaya uygun yapısından faydalanarak Roma İmparatorluğu’nun dini baskılarından kendilerini koruyabilmişler. Bu dönemlerde yaşamlarını ve dini ibadetlerini bu korunaklı alanlarda devam ettirmişler. Şapelin, başka bir varsayıma göre de, bölgedeki evleri birbirine bağlayan tünellerden kalmış olabilceğini düşünüyoruz.

Sarı ev ile konak arasında bulunan undamı, kaya içinde bulunması ve böylece sıcak yaz günlerinde bile serinliği içinde koruyabilmesi sayesinde peynirlerin, etlerin, sebze ve meyvelerin saklandığı bir kiler olarak işlev görürmüş. Bahçede ve kiracıların kaldığı ‘sarı ev’in altında iki ayrı kuyu bulunur, hatta komşular da gelip bu kuyulardan su çekerlermiş. Hamleci Dede zamanında sarı eve çıkan iki ayrı simetrik merdiven bulunurken bugün bunlardan yalnız bir tanesi durmakta.

 Sarı evin altında girişi bağımsız olan ve bugün atölyeye çevirdiğimiz yer ise önceden ağılmış. Eskiden tandır bulunan ve mutfak olarak kullanılan yer ise undamı ve ağılın arasında. Buraya yerel dilde tafana deniyormuş.O zamanlar komşular da tandırı kullanmaya gelirlermiş. Bahçede şırahane bulunurmuş ateş yakılarak büyük kazanlarda pekmez kaynatılırmış.

Özellikle Ramazan aylarında ve bayramlarda konak akrabalarla dolup taşarmış. Dede hayatta olduğu zamanlar, dedenin elini öpmeye gelirlermiş. Bu buluşmalar ev halkı ve ailenin 3-4 neslinin bir arada hangırdamasıyla geçermiş. Gelenler için bölgenin yöresel yemekleri pişirilirmiş. Hacı Hamleci Dede de hep ‘kuzineli oda’nın sol köşesinde odun sobasının yanında minderinde otururmuş.              

Bir kısmı kayaların içinde kalan, odalardan yeni odalar açılan bu yerin çoğu kısmını henüz açabilmiş bile değiliz. Fakat konağın keşfetmekle bitmeyen özellikleri ve Ürgüp’ün, Ankara’ya göre devasa farklılıkta ve sakinlikte olması bize yapmak istediğimiz projeleri kurgulamak için ihtiyaç duyduğumuz alanı sağlıyor. 

Her kayayı oymaya bir delikle başlarsın. Başlangıç olarak, Kapadokya’ya has, fakat köreltilmekte olan şarap kültürünü kendi içimizde canlandırmaya karar verdik. Bu amaçla geçtiğimiz yaz, bölgedeki dostlarımızla işbirliği içinde şarap yapımına giriştik. Bağ bozumundan, üzümlerin ezilip saklanmasına, doğru maserasyona kadar şarap yapımını deneyimledik. Bu süreçte şarap odasını günlük olarak ziyaret edip, şaraplarla tatlı tatlı konuştuk. Şu anda varillerde bekleyen üzüm sularının süzüldüğü ve sabırla şarap olmalarını beklediğimiz aşamadayız.

Permakültürde ürün/hasat/semere döngüsü vardır. Bill Mollison’a göre, sistemde yer alan unsurların davranışları ya da işleyişi sonucu oluşan, ortaya çıkan, elde edilen her türlü faydalı çıktı o sistemdeki semerelerdir. Aynı zamanda bu semereler teorik olarak sınırsızdır. Biz de Hamleci Konağı’nda oluşturacağımız yaşam sistemini kurgularken, bu prensibi kendimize yol haritası seçtik. Yaşadığımız alanlardan ve birbirimizden ihtiyacımız olanları alırken, verebileceklerimizi çeşitlendirerek çoğaltmayı seçtik. Bir araya gelince her şeyin mümkün olduğunun bilinciyle, elde ettiğimiz her türlü semere -bahçede yağmur suyu göleti oluşturmaktan, birbirimizden keyif alıp iyileşmeye kadar-  bizim motivasyonumuz oldu. Birbirimize iyi geldik, birbirimize iyi gelince çevremize de iyi geldik. Hamleci Konağı’nda çok çalışıp ter döktüğümüz de oldu, büyülü manzaralarda topluca kamp yaptığımız da. Festival tadında çalışıyoruz denebilir. Bu da bizim en büyük semeremiz.

Hamleci Konağı’nı tekrar ayağa kaldırmak kolay bir iş değil. Tarihi oluşu, her türlü tadilatı zorlaştırıyor. Restorasyon için de ciddi miktarlarda finansal kaynak gerekiyor. Şimdilerde, hibe desteği almak için, bir proje yazıyoruz. Hamleci Konağı ile ilgili hayallerimizde galeri alanı, farklı yerlerden gelen sanatçıları ağırlayabileceğimiz uygun bir ortam, permakültür prensipleriyle yaşatılan bir bahçe ve burayla bağlantılı butik bir cafe veya restoran var. Birlikte düşlediğimiz bu projelerin geliştirilmesine ve bunlara katkıda bulunulmasına açığız.

Aslında amaçladığımız şey, herkesin yapmak istediklerini keşfedebilmesine alan sağlayan, keşiflerini bu hayata taşımalarına yardımcı olurken, bir arada yaşama sanatının incelikleriyle örülmüş bir yaşam inşa etmek. Bunu yaparken de deneyimlediğimiz şey, biricik kendimiz olmayı öğrenip bunu yansıtıp biricikliğimizden başlayarak; tüm birlerin bir araya gelmesiyle oluşan bir “bir olma” hali.

Hamleci Konağı’ndan, ve birbirimizi gözeterek var oluşumuzun tadını çıkarabileceğimiz, fikirlerimizi hayata geçirebileceğimiz bir mekanımız olsun hayaliyle çıktığımız bu yolculuğumuzdan, hepinize sobada patates ve kestane kokusu yolluyoruz. Yolu düşecek olan haber etsin!

Yazarlara ulaşın:

Sevecen Kaplan @sevconot

Esin Metin @kaplumbagamutfak

Ayşe Yayla @aysmayslay