sürdürülebilirlik

Permakültür: Sürdürülebilir Geleceğe Bir Adım

Permakültür son zamanlarda çok duyduğumuz bir kelime. Bu konuyla yeni ilgilenmeye başlayan birine permakültürü nasıl tanımlarsınız?

Sevgili öğretmenim Murat Onuk’tan duyduğum en genel tanımıyla  “etik temelli, sürdürülebilir insan yerleşimleri tasarımı bilimi”  derim. 

Permakültüre ilginiz ne zaman ve ne amaçla başladı? Yakın çevrenizin tepkisi ne oldu?

Permakültüre ilgim ne zaman başladı sorusuna verecek net bir cevabımın olmadığını düşünüyorum. Hayatıma dair hatırladığım en eski anımda da permakültürün izlerini bulabiliyorum. Permakültür diye bir şeyin var olduğunu ne zaman duyup ‘hah işte bu!’ dediğim zamanları sorarsan eğer 2016 yıl derim. Hayatıma giren kıymetli dostlarım sayesinde bakış açım ve hayallerimle ilişkilenme biçmim o dönemde kökten dönüşmeye başlamıştı. Tabi bunu şimdilerde dönüp baktığımda farkına varıyorum ki bu çok keyifli. Yaşadığım hayata, dünyaya, içinde bulunduğumuz sisteme karşı sanıyorum ki içimde öfke birikmişti. Yolunda olmayan, içime sinmeyen bir şeylerin olduğunu sezdiğim ve yaşam tarzımdan memnun olmadığım bir dönemin içindeydim. Dünya ile, hayatta olmak ile ilgili köklü kaygılarım vardı. Yolda yürürken herkesin deli olduğunu, şehirde koşturma içinde oksijensiz susuz nasıl yaşadıklarını düşünürdüm. Ancak ne yapacağıma veya nasıl bir dünyada yaşamak istediğime dair pek bir fikrim ve ya düşünmeye mecalim yoktu. Hayatımın böyle bir evresinde çok kıymetli dostlarımla tanıştım ve onlardan permakültür’ün varlığını öğrendim. “Mıntıka 0” ı kendim olarak görüp ferah, mutlu, ve merkezinde bir yaşam hayal ettim.

Kişisel dönüşümüm dışında, bir de iklim krizi gibi dünyanın her yanını dönüştüren ciddi bir konu vardı karşımda. Bu konuya saplanıp kalmak ve umutsuzlaşmak çok kestirme bir yol ve o dönemlerde böyle bir noktaya daha yakındım. Diğer yol olarak, rengarenk ve sonsuz ihtimallerin varolduğu bir gerçeklik de var. Permakültür tam bu noktada çöldeki su olabiliyor. 

Permakültürün kurucularından Bill Mollison’ın çok sevdiğim bir cümlesi var:

“Dünyanın sorunları giderek karmaşıklaşsa da, çözümleri hep utanç verecek kadar basit kalmaya devam edecektir”

Nedir bu “Mıntıka 0”?

Tasarımda enerjiyi verimli kullanabilmek için mıntıka analizi yapıyoruz. İç içe geçmiş çemberler gibi düşünebiliriz mıntıkaları. Mıntıka 0 demek, içinde en çok bulunduğumuz, gündelik işlerin en yoğun olduğu bölgeler demektir. Evimiz gibi. Son çemberimiz mıntıka 5 ise ölçeklendirmemize göre doğa ananın kendisi, evrenimiz  gibi içinde gelişip yaşadığımız ve keşfettiğimiz alan olarak belirleniyor  Mıntıka 0 dan başlayıp mıntıka 5 e doğru bir yolculuk yani.

Harika bir başlangıç! Peki, Permakültürün ilkeleri ve uygulama alanları nelerdir? Kısaca bahseder misiniz?

Permakültür  , canlı ve cansız her şeye, sadece var oldukları için saygı ve özen gösterme yaşam etiği temelindedir. Bunun üzerine 3 temel permakültür prensibi vardır;

“dünyayı gözet”  “insanı gözet”  “artanı vakfet” 

Permakültürün “Dünyadaki tüm insanların ihtiyaç duyduğu besin stoğunun tamamını, şu anda kullandığımız ekili alanların sadece %4’ünü kullanarak sağlayabilir, geri kalan %96’yı ormanlaşmaya ve doğanın kendini onarmasına terk edebiliriz.” iddiası vardır. Bunun mümkün olabilmesi için doğru ilişkiler kurmamız gerekmektedir permakültür de bunun nasıl olacağını araştırmaktadır. Bunu da her şeyi içinde barındıran doğadan öğreniyoruz. Tüm yaşamı öğrendiğimiz gibi. Permakültür tasarımı örüntüleme üzerine kuruludur. Son zamanlarda yoğun olarak, baktığım yerdeki örüntüleri yakalayabilmeye kavrayabilmeye çalıştığım bir süreçteyim. 

Uygulama alanları nelerdir dediğinde her yer her an  demek geçiyor aslında içimden ancak çok soyut ve anlaşılmaz kalabilir kaygısıyla, David Holmgren’in “Permakültür Çiçeği” ne dikkat çekmek istiyorum. Çiçekteki her bileşen uygulama alanın içinde ve tamamen yaratıcılığımıza ve nasıl yaşamak istediğimize bağlı olarak konsept içinde işlevselleşiyor.

Permakültür Çiçeği, David Holmgren’den değiştirilerek Jonathan Woolson’un çiziminden uyarlanmıştır. Her bir taçyaprak insanın temel bir ihtiyacını göstermektedir.

Şehir yaşamı içerisinde permakültür size ne ifade ediyor? Bu konsepti nasıl günlük hayatımızın bir parçası haline getiririz?

Bence “mıntıka 0” kendiniz olduğu zaman permakültür yaşamınızın her alanına yerleşmeye başlıyor. Yaşadığımız şehirlerde ciddi bir atık oluşuyor ve bu atıklar aynı zamanda geniş bir kaynağa dönüşebilme potansiyelini de içinde barındırıyor. Bunun için kurumlarla, belediyelerle birlikte hareket edebilmenin ve şehir hayatlarının dönüşebilmesinin hayalini içten içe kuruyorum. Ankara Kalkınma ajansının bu konuda çalışmaları ve projeleri de devam ediyor. Hatta geçtiğimiz aylarda Taner Aksel hocanın sunumuyla “Permakültür’e Giriş Eğitimi”ne Sevecen ile birlikte katıldık. ‘Şehirlerimizi iyileştirmek adına neler yapılabilir’ konusu üzerine sohbet edip sunabileceğimiz destekleri de konuştuk. Permakültür çalışmalarının gelişip çoğalması içimi umutla dolduruyor.

Şehir içerisinde elimizden geldiğince az atıklı, geri dönüşümlü ve ileri dönüşümlü yaşamanın çok kıymetli olduğunu inanıyorum. Apartman dairelerinde kolaylıkla yapılabilecek kompost uygulamaları var. Bu yolla gıda atıklarını humuslu toprağa dönüştürmek mümkün, hem şahane toprağınız oluyor hemde kendinizi iyi hissediyorsunuz. Bir çeşit gezegene bağlanma yöntemi bence. Bunun dışında çok güzel örgütlenmeler var. İnsanlarla bir araya gelip işbirliği yapmak şehirlerde hem kolay hem de önemli. Tüketici olmak yerine türetici olabildiğiniz bir alan açılıyor. Gıda alışverişlerinde mümkün olduğunca doğrudan üreticiden alınabilir. Gıda tercihlerinizi değiştirdiğinizde gerçekten bedensel değişimi doğrudan hissedebiliyorsunuz. Aslında bu işin o kadar yöntemi var ki, canlı ve cansız her şeyi gözetmeye karar verdiğinizde kendinizi tüm teorilerden sıyrılmış yaratıcılıkla sonsuz seçeneğin içinde buluyorsunuz. 

Konuyla alakalı teorik ve pratik geçmişinize dayanarak, neler yapıyorsunuz ve gelecekte ne gibi işler yapmayı planlıyorsunuz?

Evde bokaşi kompostu” yapıyoruz, mümkün olduğunca az paketli gıda tüketiyoruz. Alışveriş tercihlerimizi daha bağlantıya dayalı ve sağlıklı olduğuna inandığım şekilde dönüştürmeye çalışıyoruz. Çamaşır makinesi deterjanı, temizlik sirkesi yapıyoruz. Temizlik için sirke, karbanot ve bazen arap sabunu kullanıyorum bence mükemmel üçlü her şeye çözümler.. Atık yağlardan evde arap sabunu yapılabiliyormuş yakında denemesini yapacağız. Banyoda sabun kullanıyorum saç kremi içinde sirke harika oluyor. Krem ve koku konusunda İlkin’e ve Sevecen’e kendimi bırakıyorum, onlar da parfüm ve krem yapıyorlar. Ofiste bile çıktı alırken EcoFont Vera Sans kullanıyorum ve daha az mürekkep kullanmış oluyorum. İlk etapta aklıma gelenler bunlar. 

Bugünlerde permakültür stajı yapma isteği içimde çok canlı, bilgi dağarcığımı genişletip emek veren insanlarla bir araya gelmek istiyorum. İzmir’de Essen’in yıllardır sürdürdüğü çalışmaları var. Foça’daki arazilerinde bir permakültür bahçesi oluşturmaya çalışıyorlar. Vakit bulup onlara yardımcı olmak istiyorum çünkü öğrenebileceğim pek çok pratik tecrübeleri var. 

Bir yandan da Hamleci Konağının ön bahçesinde permakültür temelli bir bahçe oluşturma niyetimiz var. Fikirlerimiz konusunda, yakın geçmişte somut adımlar atmaya başladık. Toprak analizimiz geldi, yakında kuyu suyunu da analiz ettireceğiz. Yıllar içinde filizlenen fikirlerimiz köklerini derinleştirmeye başlıyor. Huzurluyum.

Bugüne gelene kadar hatalarınızdan neler öğrendiniz? Yeni başlayacaklara tavsiyeleriniz neler?

Karamsar olma eğilimimden ve kısıtlı bir noktadan bakmaktan çok çektim. Umutlu olmanın, sorunun içinde çözümü barındırdığının bilincinde olmanın ne kadar değerli olduğunu öğrendim. Birbirimize göz kulak olup, işbirliğini içinde neler başarabileceğimizi gördüm.

Çok güzel eğitimler, videolar, kaynaklar var ve günden güne de çoğalıyor. Aslında her şey, bireysel ve çevresel farkındalığın artmasıyla, birbirimizle ve kendimizle bağlantıda olmakla başlıyor. Böylece dünyayı ele alışımız, eğlenceli, yapıcı ve sürdürülebilir oluyor.

Ayşe Yayla

Röportaj: İlkin Taşdelen

Türkçe aslından çeviri: Tevfik Hürkan Urhan

Babylon Kent Bahçeleri

Kent bahçeciliği derken neyi kastediyoruz?

Kent bahçeciliği derken tam olarak söylenen şeyi kastediyoruz aslında. Kelimelerden anladığımız şeyi. Kent ve bahçeciliğin birleşimini.

Günümüzde çok fazla sayıda insan kentlerde yaşıyor, ve kentlerde yaşayan nüfustaki artış da gün geçtikçe hızlanıyor. Kent bahçeciliği her ne kadar yeni popülerleşen bir kavram gibi görünse de, tarihi çok eskiye dayanıyor. Babil’in Asma Bahçeleri, ilk çatı bahçesi örneğini de oluşturması açısından önemli bir kent bahçesi örneği sayılabilir.  Dicle nehri kıyısında, Diyarbakır Kalesi’nin yanı başında uzanan Hevsel Bahçeleri ise 7bin yıl öncesine uzanan tarihi ile olduğu kadar günümüzde de tarım yapılmaya devam edilmesi ile bir diğer önemli kent bahçesi örneği. Tabi, kent bahçeciliğinden bahsederken binlerce yıl öncesini konuşabiliyor olsak da modern kentlerin tarihi o kadar eskiye dayanmıyor. Kentlerin devasa boyutlardaki beton ormanlara dönüşmesi ve insanların bu beton yığınlarının içinde yaşamın akışkan ritminden ve doğal döngülerden uzak, saatin mekanik tik takları ile yaşayan insan kalabalıkları halini alması sanayi devrimi ile başlıyor. 

Bugüne baktığımızda ise dünya nüfusunun yarısından çoğu kentlerde yaşıyor. Kitle iletişim araçlarının resmettiği ve kırsalda yaşayan insanlar için büyülü bir hayal halini alan görkemli kent yaşamları ise ne yazık ki resmedildiği halin çok uzağında. Ekonomik ve sosyal açıdan ayrıcalıklı küçük bir azınlığın dışında kentlerde yaşayan insanların çoğu için yaşayabilmek ciddi bir mücadele demek.  Zamanlarının çoğunda yaşayabilmek için gerekli ihtiyaçlarını karşılamak için çalışan ve kalan zamanlarında da çalışırken yaşadıkları stresten uzaklaşabilmeleri için hızlı eğlence araçları ya da uzak doğu kültürlerinin kadim öğretilerinden medet uman insanlar için yaşam bu iki uç arasında sallanan bir sarkaç halini alıyor. Maalesef ki çoğu insanın hayatın keşmekeşi içinde sarkacın durduğu âna, ölüm ânına kadar bir uçtan öbür uca savrulmaktan öte bir çabaya girmek için fırsatları olmuyor. Dışarıdan bakıldığında sonsuz fırsatlar okyanusu gibi görünen kentler, içinde yaşayan insanlar için sınırları köşeli çizgilerle belirlenmiş hayatlar sunmaktan öteye gidemiyor. 

Kent bahçeciliğini kentin bizi yaşamaya zorunlu kıldığı mekanik hayatlar tarafından izole edildiğimiz doğa ve onun akışkan ritmi ile bir temas çabası olarak düşünebiliriz sanırım. 

Bu işe ne zaman ve nasıl başladınız?

Kent bahçeciliğine dair uğraş tam da hiçbir uğraşın içinde olmak istemediğim, yaşamın anlamsızlaştığı uzun bir bunalım döneminin ardından başladı benim için. Bahsettiğim dönem yaşamdan herhangi bir isteğimin kalmadığı, yaşama dair oldukça iştahsızlaştığım bir dönemdi. Bulunduğum ruh halinden çıkmak için bırak çabalamayı, çaba göstermek için en ufak bir istek bile hissedemiyordum. O ruh hali ile daha fazla devam edemeyeceğimin de farkındaydım.

Bir uğraş edinmenin iyi geleceği önerileri ve bir arkadaşımın da desteği ile bir kafe’de garson olarak çalışmaya başladım. Zaman biraz daha akabilir bir hal almıştı ama ruh halimde pek bi değişiklik oluşturmamıştı kafe’de çalışıyor olmak. Aynı dönemde rastgeldiğimiz başka bir arkadaşım beraber ev tutmayı önerdi ve ev arayışımız başladı. Şans eseri bahçecilik ile uğraşmaya oldukça uygun olan bir teras bulunca da kent bahçeciliği fikri kendiliğinden oluşmuş oldu.

Aslında kent bahçeciliğine dair uğraş benim için bir çok tesadüfün sonucu başlamış oldu. İki yıllık asker kaçaklığının yarattığı sıkışmışlık hissinin de bunalımlı ruh halimde payı olduğunu düşünüyordum. Ev tuttuğumuz dönemde tekrar öğrenci olmanın hem askerlik açısından hem de “ne yapıyorsun?” sorusunun karşısında “kem küm…” cevaplar yerine “öğrenciyim” gibi bir cevap vermeyi kolaylaştırması açısından yaşamı biraz daha hafifleteceğini düşünüp yüksek lisans yapmaya niyetlendim.  Bölüm olarak hangi bölümde yüksek lisans yapacağımdan ziyade bir yüksek lisans yapma konusunda kararlıydım, o yüzden de farklı farklı bir çok bölüme başvurmaya başladım. “Bahçe Bitkileri” ismiyle bir bölümün olduğunu da bu başvuru sürecinde öğrenmiş oldum ve diğer tüm başvurularımı iptal ederek, Bahçe Bitkileri bölümüne yoğunlaştım. Hem yaşamsal bir uğraş hem de akademik bir uğraş olarak bahçecilik iki buçuk yıl önce bu şekilde hayatıma girmiş oldu.

Kent Bahçeciliği’ne ne niyetle, hangi amaçlarla başladınız?

Kentlerin o buhranlı döngüsünden çıkıp kırsalda bir yaşam kurmak giderek daha fazla insanın gündemi halini alıyor. Ben ve çevremdeki insanlar için de durum benzer. Uzun yıllardır, nerede ve nasıl bir yaşam hayal ettiğimizi konuşuyoruz. Kimimiz bunun için küçük küçük harekete geçebilmiş olsa da, bir çoğumuz için geleceğe dair bir niyet beyanı ya da “ah keşke…” ile başlayan bir hayalin paylaşılması oluyor bu sohbetler. Özellikle pandeminin etkisiyle kentlerin sunduğu sosyal imkanlardan da mahrum kalan insanlar için kentlerden uzak bir yaşam arayışı daha da yaygınlaşacak gibi görünüyor.  Ama yine de bu arayışın sonucu olarak yakın bir gelecekte kent nüfusunda kayda değer bir azalma olacağını hatta artış hızında dahi bir azalma olacağını düşünmek fazlaca iyimser olacaktır.

Endüstrileşme ve kentleşme olanca hızıyla devam ediyor. Hal böyleyken de yalnızca kırsalda küçüklü büyüklü topluluklarla kurulacak yaşamların bu gidişatı değiştirmek için yeterli olacağını düşünmüyorum. Bu söylediğimden bütün yaşamlarını kırsalda alternatif bir yaşamın arayışına ve inşasına adamış insanların uğraşlarını değersiz gördüğüm anlaşılmamalı, aksine çok değerli görmekle beraber yeterli olmadığını düşünüyorum. Eğer ki son sürat gittiğimiz ekolojik kıyamet güzergahından sapmak istiyorsak, bu ancak, kent yaşamının akışında oluşturacağımız sosyal, kültürel ve ekonomik kırılmalar aracılığıyla olacaktır. İnsanların kentten kıra göçmesi ve burada kendi kendilerine yeten yaşamlar kurmaları bu kırılmalardan yalnızca birisi. Beni kent bahçeciliğine itense “kentin içinde de kent yaşamının mekanik ritminde başka bir kırılma yaratmak mümkün mü?” sorusu.

Yakın çevrenizden ne gibi tepkiler aldınız? Birlikte çalıştığınız kişiler var mı?

Bu sürecin kendi adıma en büyük getirilerinden birisi annem ile olan ilişkimize yeni bir boyut getirmesi oldu, bir usta – çırak ilişkisi geliştirmiş olduk. Annem uzun yıllardır yaşadığı her yerde imkanları dahilinde bir bahçe oluşturmaya çalıştı. Kömür çuvallarında domatesini, biberini, dondurma kablarında yeşilliklerini yetiştirirdi. Eve her gidişimde de, dalından koparıp yemem için beklettiği domatesi, çileği kesin olurdu. Ama o dönemlerde bahçeciliğe dair herhangi bir ilgim olmadığı için annemin uğraşının oldukça uzağında durdum. Kendim bahçe kurmaya niyetlendiğimde ise geçmişe dair büyük bir pişmanlık halini aldı bu uzak duruş. Özellikle bitkilere dair en değerli bilgilerin deneyim üzerinden edinildiğini düşünüyorum ve bu açıdan bir hazine olan annemin deneyimlerinden faydalanma fırsatını bir ölçüde kaçırmış olduğum için üzgünüm.

Bahar başlangıcında, yani bahçenin kurulma aşamasında annem ile beraber çalışmış olduk. Daha doğru bir deyişle anneme çıraklık yapmış oldum. Annemden edindiğim deneyimin yanı sıra, yıllardır anne – çocuk olarak beraber yaptığımız çok fazla aktivite yoktu, bir hafta boyunca geceli gündüzlü bahçe ile uğraşmak o açıdan da ayriyeten keyifliydi.

Üniversite zamanlarından kalma bir alışkanlık olarak, herhangi bir uğraşı bir kolektif yapı üzerinden başka insanlarla beraber yürütmek gibi bir alışkanlığım var. Bu yüzden de Babylon Kent Bahçeleri adında bir oluşum üzerinden kent bahçeciliği uğraşına kolektif bir yapı kazandırma gibi bir niyetim oldu. Fakat henüz bu konuda pek bi ilerleme kaydettiğimi söyleyemeyeceğim. Babylon Kent Bahçeleri, şu an için bir niyet olarak varolmaya devam ediyor. 

Şu an için uğraşı baştan sona beraber yürüttüğümüz kimse olmasa da, bir çok insan bir çok aşamasında yardım etti ve etmeye de devam ediyor. Özellikle bahçenin bahara hazırlanması sürecinde, farklı bir çok insanla toprak taşıma, tohum ekme, saksı değiştirme gibi işleri beraber yaptık.  Son iki yıldır, özellikle bahar dönemi yaklaştığında zamanımın büyük bölümü bahçe uğraşları ile geçmeye başlıyor. O dönemde hat hatır sormak için uğrayan ya da arayan arkadaşlarım bir anda kendilerini çuvalın diğer ucundan tutup toprak taşırken ya da saksıları tohum ekimi için hazırlarken bulabiliyor.

Biraz süreçten bahsedelim. Ne umuyordunuz, ne buldunuz?

Önceden de belirttiğim gibi, ekolojik yaşam arayışı kentlerde oldukça yaygınlaşmış durumda. Çeşitli bostanlar, topluluklar ve dernekler üzerinden bu konuda çalışma yapan insanlar mevcut. Bu arayış üzerinde ortaklaşan insanlar ile daha geniş çaplı birliktelikler inşa edebileceğimizi ummuştum fakat henüz böyle bir süreç başlamadı. Tabi son bir yılın pandemi atmosferinde geçtiğini düşünürsek bu birlikteliklerin kurulamamış olması geleceğe dair bir umutsuzluk oluşturmuyor. 

Gelecekte bu girişimi nerelere taşımayı düşünüyorsunuz? Yol haritanızdan bahseder misiniz?

Sanırım bu noktada iki farklı yol haritasından söz etmek daha doğru olacaktır. Kişisel olarak bu uğraşı sürdürebilmek ve geliştirebilmek için maddi bir getirisi olacak bir yapı kazandırmak istiyorum uğraşıma. Babylon Kent Bahçeleri’ni kurgularken şöyle bir fikrimiz de vardı; ilgisi ve balkon, teras ya da bahçesinde bahçecilik ile uğraşacak alanı olan ama zamanı olmadığı için ya da ilk adımı bir türlü atamadığı için uğraşmaya başlayamamış olan insanlar için istedikleri alanlara kendi istedikleri bitkilerden oluşan bahçe tasarımları oluşturmak. Tasarlayacağımız bu bahçeleri de, damla sulama sistemi gibi pratik araçlarla olabildiğince kolay ilgilenilebilir bir şekilde kurup, sonrasında bitkilerin bakımına dair vereceğimiz kısa eğitimler ile insanların kent bahçeciliği uğraşına başlamaları ve sonrasında bu uğraşlarını kendilerinin sürdürebilmesi konusunda teşvik edici olmak gibi bir fikirdi bu. 

Diğer bir niyet ise, kentte ekolojik bir yaşam oluşturma arayışında olan insanlar ile kent bahçeciliği üzerine daha kapsamlı çalışmalar yürütecek bir yapının inşası. Kooperatif gibi kurumsal bir yapının, yine bu konuda çalışma yürüten ya da bu tür çalışmaları destekleyen kurum ve kuruluşlar tarafından muhattap olarak alınırlığının artacağını ve kent bahçeciliğinin yaygınlaşması adına bu kurum ve kuruluşlar ile beraber ya da onların desteği ile daha rahat çalışma yürütülebileceğini düşünüyorum. 

Kent bahçeciliğine dair hayalleriniz nedir, gelecekte kent bahçeciliğinin nasıl bir hal almasını hayal ediyorsunuz?

Hayal diyince sınırsız bir dünyanın içine adım atmış olduğumuzu düşünüyorum, o yüzden ne kadar mümkünlüğünü nasıl mümkünlüğünü bilemesem de en küçük ölçeğinden büyüğüne doğru kendi kendine yeten kentleri hayal etmek oldukça keyifli. Her apartmanın kendi ihtiyacını bir ölçüde kendi çatısında ya da bahçesinde karşıladığı, boş arazilere kurulacak mahalle bostanları ile ve yine terkedilmiş, boş binalara kurulacak olan hidrofonik dikey tarım bahçeleri ile mahalle olarak belli sebzeler açısından kendi kendine yetebilen, kent çevresindeki kırsal yerleşimin de entegre edilmesiyle şehir ölçeğinde de yine belli sebzeler açısından kendi ihtiyacını karşılayabilen şehirler ve bu farklı ölçekteki yerleşim yerleri arasında kurulacak olan takas ağları ile çevrili bir dünyada yaşamak çok keyifli olmaz mıydı?

Pandemi aslında yaşadığımız sistemin kırılganlığını tüm çıplaklığı ile göstermiş oldu bize. Üretim ya da lojistik üzerinde yaşanacak herhangi bir sorun karşısında kentlerde yaşayan insanlar olarak çaresiziz.

Bugüne gelene kadar hatalarınızdan neler öğrendiniz? Yeni başlayacaklara tavsiyeleriniz neler?  

En büyük hatam, daha doğrusu eksikliğim bahar öncesinde kurmayı planladığım bahçeye dair iyi bir planlama yapmamak oldu.  Çünkü her bitki gerek istediği koşullar gerekse de gelişme hızı açısından birbirinden farklı özellikler gösteriyor. Hangi bitkinin nasıl bir toprak derinliğinde iyi gelişim göstereceği, güneş mi gölge mi sevdiği gibi konuları detaylıca araştırmadan çok fazla çeşit bitki ile ilgilenmeye çalışmak büyük sorun oluşturabiliyor. O yüzden önerim özellikle yeni başlayacaklar için çok fazla çeşit bitki yetiştirmeye çalışmaktansa yetişme koşullarına dair araştırma yapabildikleri bitkileri tercih etmeleri ya da dere otu, soğan gibi yetiştirilmesi kolay bitkiler ile başlayıp daha sonra bahçelerini kademeli olarak genişletmeleri.

Kent bahçeciliği politik olarak ele alındığında, bize neler anlatıyor?

Kent bahçeciliğinin politik olarak ne anlam ifade ettiğini belki de en güzel anlatacak söz, Deleuze’un “İktidar hayatı hedef aldığında, hayat iktidara direniş olur” sözü. Kentlerde yaşamlarımız bir çok farklı iktidar aracı tarafından biçimlendirilmeye çalışılırken, bize sunulan veya mecbur bırakıldığımız yaşamların dışında alternatif bir yaşamı var etme çabasının, kent yaşamının mekanik ritmine yapılacak her türlü müdahalenin oldukça politik olduğunu düşünüyorum. 

Kendi dışında üretilen ürünler olmasa varlığını sürdürme kudretinden yoksun kentlerde tarımsal üretimin artması ve kentlerin dışa bağımlılığının azalması kentlerde yaşayan bireyler açısından özgürleştirici bir durum, ve dışa bağımlılığı azalmış bireyler arasındaki ilişkileniş ve kültürlenişin de şu andan çok farklı olacağı aşikar.