Sven Pfizenmaier
Sven Pfizenmaier, 1991 doğumlu, Alman çağdaş edebiyatın parlayan yıldızlarından biridir. “Draußen feiern die Leute” (2022) adlı romanı, yılın en iyi çıkış yapan eseri olarak Aspekte Edebiyat Ödülü’ne, Alman Edebiyat Fonu’nun Kranichsteiner Edebiyat Teşvik Ödülü’ne ve Hannover Eyalet Başkenti Edebiyat Ödülü’ne layık görüldü. 2024’te, ikinci romanı “Schwätzer” edebiyat sahnesine çıktı. Sven Pfizenmaier Berlin’de yaşamaktadır.
Yazarlık serüveniniz nasıl başladı? Yazmayı kendinizi ifade etmenin temel yolu olarak seçmenize ne ilham verdi?
Bu serüven üniversite yıllarımda Don DeLillo’nun “White Noise” adlı romanını okumamla başladı. O güne kadar edebiyatı yapabileceğim bir şey olarak görmemiştim, halbuki ilgiliydim (üniversitede Alman ve İngiliz Filolojisi okudum), çocukken küçük hikâyeler bile yazmıştım. Fakat gençlik yıllarımda yazıya ve okumaya ilgimi kaybettim çünkü edebiyatın üst sınıfa ait bir şey olduğunu düşünüyordum. Bu yüzden film yapmaya karar verdim. Ancak “White Noise”u okuduktan sonra fikrim yeniden değişti, çünkü edebiyatın eğlenceli olabileceğini gördüm. Sonrasında tekrar okumaya başladım ve yazmaya olan sevgimi yeniden keşfettim.
Kendinizi belirli bir türle tanımlamaktan kaçınsanız da, hem okuyucularınız hem de siz eserlerinizde “büyülü gerçekçilik” unsurları olduğunu belirtiyorsunuz. Bu etkiyi oluşturan temel anlatısal ve tematik özellikleri nasıl tanımlarsınız? Kişisel ve kültürel deneyimleriniz bu unsurların eserlerinizde ortaya çıkışını nasıl şekillendirdi?
Ailem ben doğmadan kısa bir süre önce Kazakistan’dan Almanya’ya göç etmiş, dolayısıyla Rus dili folkloru, batıl inançlar, bozkırdaki köy yaşamından tuhaf hikâyeler ve Alman kültüründen çok daha fazla doğaüstü fikirlere yakın olan bir gelenek içinde büyüdüm. Bu yüzden “Büyülü Gerçekçilik” ile tanıştığımda ona çok yakın hissettim ve hemen bu doğaüstü unsurlar ile günlük yaşamın karışımının gerçeğe yaklaşmak için mükemmel bir yol olduğunu hissettim. Bu tarz anlatının insanların duygularına çok daha uygun olduğunu düşünüyorum.
“Am Himmel über Neukölln sind die Sterne unsichtbar. Eine Kuppel aus Milch verschleiert den Glanz der Meteore, die auf dem Weg zu ihrem Ende hier vorübersegeln. Für die Straßen spielt der Weltraum keine Rolle, das Auge Galileo Galileis schiebt sich durch den Flaschenhals in den Schaum des Bieres. Jemand nimmt einen Schluck daraus, schaut zum Wettbüro. Dort steht ein Mann im Hemd und wischt sich die Tränen von der Wange. Hoch über ihm, im Dachgeschoss der Mall, werden Gespräche an der Hantelbank geführt. Ein Ratschlag für die Muskeln, vier Silben für das Herz. Der Zapfhahn spuckt Magnesium.”
Sven Pfizenmaier
Üslubunuzun şekillenmesinde hangi edebi akımlar veya başka sanat dallarından etkiler rol oynadı?
En erken etkilerim video oyunlarıydı, özellikle de beni çocukken büyüleyen Final Fantasy VII. Bu oyun, kılıç kullanan, canavar avlayan ve gezegenin yaşam enerjisini sömürerek para kazanan büyük bir şirketi hedef alan eko-terörist bir grubun hikâyesi. O dönem elbette bu hikâyenin politik mesajlarını anlamıyordum, ancak modern teknolojiler ile fantezi unsurlarını birleştiren, açgözlülük, sevgi ve dostluk gibi konuları komik ve korkunç öğelerle harmanlayarak anlatan bu oyun beni derinden etkiledi. Oyunu defalarca oynadım.
Günümüzdeki en büyük etkilendiğim alan ise sinema oldu; filmleri çok seviyorum, özellikle korku filmlerini. Ama her tür filmde sevdiğim bir şeyler bulabiliyorum. Çok sevdiğim o kadar çok film var ki, sadece birkaçını saymak yanlış olur.
Berlin’in edebi dünyanız üzerindeki etkisini nasıl tarif edersiniz? Şehir metinlerinizde hangi şekillerde kendini gösteriyor?
Berlin’in yazılarım üzerindeki etkisi, burada birbirinden çok farklı hayatların bulunmasıyla alakalı. İyi ve kötü, fakirlik ve bağımlılık, aşırı gece hayatı, “nerdler”, âşıklar ve aktivistler gibi çok farklı gerçekliklerin iç içe geçtiği bu ortamda kendi yerimi bulmaya çalışmak sürekli olarak kendimi, yaptıklarımı, yaşam şeklimi ve yazma biçimimi sorgulamama neden oluyor.
“Als die Apfelschorlen geleert waren, bestand Gewissheit darüber, dass es keinen Kuss mehr geben würden, kein Wiedersehen, nur ein aufmunterndes Wort. Der Mond leuchtete am Himmel, doch das Licht, in dem sie standen, kam von der Laterne. Ein Lächeln, eine Umarmung, ein Gruß, die Augen. Warme Luft, die Sterne, volle Bäume, vertrocknete Böden. Am Horizont eine Wolke und auf beiden Heimwegen die leise Ahnung, etwas falsch gemacht zu haben.”
Sven Pfizenmaier
Düzenli bir yazma rutininiz var mı? Yaratıcı süreciniz ve ilham kaynaklarınız hakkında biraz bilgi paylaşabilir misiniz?
Katı bir rutinim yok, ancak yazdığım dönemlerde sabahları her gün çalışırım, çünkü sabahları en iyi şekilde üretirim. Öğleden sonraları ise çoğunlukla sadece okurum. Bazen haftalarca hatta aylarca neredeyse hiç yazmadığım dönemler oluyor. Bu zamanlar dışarı çıkma, insanlarla tanışma, gün doğumundan sonra eve gelme gibi şeylere ayırdığım zamanlar. Yazma aşamasında çok fazla yapmadığım şeyler bunlar. Yazdığım dönemlerde genellikle alkol kullanmam, spor yaparım, her gün yazarım. İşim bittiğinde ise her şeyi bırakırım ve yazmayı hiç düşünmem. Yazmaya uzun aralar vermeye ihtiyacım var, aksi takdirde iyi yazabileceğimi sanmıyorum.
Alman edebiyatının daha çok kültürlü bir yöne doğru evrildiğini düşünüyor musunuz? Türkler Almanya’daki en büyük azınlığı oluşturuyor, onların Alman edebiyatındaki katkılarını ne kadar görünür buluyorsunuz? Türk kökenli yazarların ve kültürel motiflerin edebiyat üzerindeki etkisini nasıl değerlendiriyorsunuz? Ayrıca Almanca yazan hangi Türk yazarları takip ediyorsunuz?
Evet, en azından yirmi yıl öncesine kıyasla edebiyatın daha çok kültürlü bir yöne doğru evrildiğini düşünüyorum. Tabii Almanya hâlâ çokkültürlülüğe karşı nefretin bolca bulunduğu bir ülke ve edebiyat sahnesi de bundan muaf değil. Ancak göçmenlerin ve onların çocuklarının hikâyelerine olan ilginin arttığını düşünüyorum. Yakın zamanda Aras Ören’in Berlin Üçlemesi’ni okudum, Berlin’e geldiği dönemi anlatan şiirlerden oluşan bir seri (sanırım 70’lerde gelmişti). Bu röportajı yaparken Cemile Şahin, Kommando Ajax romanıyla Almanya’nın en prestijli edebiyat ödüllerinden birine aday gösterildi. Kitap çoğunlukla Hollanda’da geçen, Kürt bir aile ve sanat hırsızlığı üzerine bir soygun hikâyesi. Birkaç hafta önce okudum ve gerçekten harika, bayıldım.
Şu anda hangi gelecek projeler üzerinde çalışıyorsunuz?
Yeni bir roman yazmaya başladım ama henüz emin değilim. Arkadaşlarımla farklı projeler üzerine konuştuk, bir tiyatro oyunu, bir çizgi roman gibi. Bugünlerde çalışmak biraz belirsiz geliyor; Almanya’da faşizm tekrar yükselişte ve buna karşı mücadele edilmesi gerekiyor. Şu an kendi işlerimden daha çok bu konuda endişeliyim.
“In der Nacht ihres Falls kletterte der westdeutsche DJ Westbam gemeinsam mit Hunderten anderen über die Berliner Mauer. Oben angekommen, drehte er sich um, um der Person hinter sich hochzuhelfen, und da stellte sich heraus, dass es sich bei dieser Person um den lettischen DJ Eastbam handelte. Auf der Mauer stehend reichte Westbam Eastbam die Hand. Ein Triumph, der Jubel, die Freiheit. Menschen zogen ihre Warnwesten über und begaben sich hinter schweres Gemäuer. Wummernde Gravität. Liebe in der Dunkelheit, die Pupille ein See. Das Jahrzehnt des Raves war angebrochen.”
Sven Pfizenmaier
Söyleşi: Sven Pfizenmaier
Söyleşiyi gerçekleştiren: Tevfik Hürkan Urhan
Çeviri: Tevfik Hürkan Urhan
