G-7YN0JE445C

Gör

Hēdonē: Moda Dünyasına Etik Bir Dokunuş

Hedone by Emiliano Vittoriosi, Berlin, 2023

Hēdonē nedir ve neyi amaçlamaktadır?

Hēdonē, el yapımı kıyafetlerin değerini, kalite ve etik üretimi insanlara fark ettirmeyi hedefleyen bir moda markasıdır.

Kendi moda markanı yaratmaya ne ilham verdi ve “Hēdonē” ismini nasıl seçtin?

Moda ve ilgili endüstrilerde yüksek düzeydeki sömürüye tanık olacak kadar uzun süre çalıştım. Zamanla bu beni yıprattı ve COVID-19 pandemisi sırasında baskı altında tükendim. Bu kültürden uzaklaşmaya karar verdim ve kendi göbeğini kendin kesmek gerektiğini fark ettim. İşte buradayım, dürüst bir marka yaratmaya çalışıyorum, kendime karşı dürüst olurken aynı zamanda moda endüstrisinde adil çalışma koşulları için mücadele ediyorum.

İsim arayışım sırasında, bana en yakın olan şeyleri, gerçekten önemli olan ve beni ayakta tutan fikirleri aramak için içsel bir yolculuğa çıktım. Bu yolculuğun sonucu Hēdonē oldu. Onun bir kadın tanrıça olmasını seviyorum. Haz tanrıçası. Eros ve Psyche’nin -dünyevi aşk ve Ruh- birlikteliğinden doğan. İşimde de bu birliği arzuluyorum. 

Hayattaki en büyük amacım mutluluk. Ve yaptığınız şeylerden haz almak, mutluluğu bulmanın anahtarı. Benim için Hēdonē bunu temsil ediyor.

Sözlerinden anladığım kadarıyla, Hēdonē sadece yeni bir moda markası değil, aynı zamanda endüstrinin sosyal ve politik sonuçlarına da bir yanıt. Bu perspektifi açar mısınız?

Evet, bu doğru. Hızlı moda endüstrisi, insanların gözünde giysilerin cazibesini ve değerini yok etti.

Hızlı moda, aşırı tüketim kültürünü körükleyerek, dünyamızda büyük ekolojik etkilere neden olan kocaman bir atık yığınına yol açtı. Tüketici tarafında, mükemmel durumdaki giysiler sırf yeni trendlere yer açmak için atılıyor. Üretim tarafında ise, fiyatlandırma stratejilerini korumak veya aşırı üretim nedeniyle büyük miktarlarda giysi atılıyor.

Markanız sürdürülebilir uygulamaları nasıl teşvik ediyor ve moda üretiminde sömürüsüz bir yaklaşımı nasıl sağlıyor?

Markamda sürdürülebilir uygulamaları teşvik etmek için birkaç adım atıyorum. İlk olarak, kumaşların %90’ını stok fazlası olarak kullanıyorum, yani zaten üretilmiş ancak küçük miktarlarda kalan kumaşları kullanıyorum. Çoğu şirket için bu karlı olmazdı ve bu parçaları atmayı tercih ederlerdi. Ancak çöpe gitmelerindense ben onlara yeni bir hayat veriyorum.

İkincisi, sadece talep üzerine üretim yapıyorum. Bu şekilde hem ihtiyaç fazlası üretimi önlerim, hem de sınırlı kumaş miktarlarımı asla satılmayacak olan ürünler için kullanmam. Aynı zamanda, kişiselleştirilmiş ve esnek bir hizmet sunuyorum: müşterimin bedenine mükemmel olarak uygun olacak şekilde sipariş edilen giysiyi yapabilirim ve dahası müşterilerimin isteklerine göre özel ayarlamalar yapabilirim. Son olarak, her parçayı kendim yapıyorum, bu şekilde yolda kimseyi sömürmemeyi garanti altına alıyorum ve en iyi kaliteyi sağlayıp uzun süre kullanılacak ürünler üretiyorum. Benim için sürdürülebilirlik aynı zamanda kalite demektir. Bir ürünü ne kadar uzun süre kullanabilirsem, o kadar az yeni şey alırım. Ayrıca, bir ürün uzun süre dayanacak şekilde yapıldıysa, muhtemelen uzun yolculuğu boyunca bir şeyleri bozulsa bile tamir edilebilir.

Hedone by Emiliano Vittoriosi, Berlin, 2023

Atölyende tipik bir günün nasıl geçiyor ve bu yaratıcı sürecini nasıl şekillendiriyor?

Atölyemde tipik bir gün diye bir şey yoktur diyebilirim. 😉

Yapılacak işlerin bir listesiyle günümü planlarım ve devam eden projelere göre ayarlamalar yaparım. Bu şekilde planlamamda esnek olabilirim ve gerektiğinde işler arasında küçük oynamalar yapabilirim. Ama atölyemde geçirdiğim en keyifli günler, bir şeyler üzerinde kendi ellerimle çalıştığım günlerdir. İster üzerinde çalıştığım bir sipariş olsun, ister yeni tasarımlar geliştirmek olsun veya ister satış stantlarım için hazırlık yapıyor olmak olsun.

İlginç bir şekilde, elime aldığım iş ne kadar sıkıcıysa, bir şeyler yaratmaya, yeni bir tasarım veya iş birliği gibi şeylere dalma isteğim o kadar güçlenir. Bu yüzden ‘yapmam gerekenler’imi bitirip, ‘yapmak istediklerime’ odaklanmaya çalışırım.

Ana akım modaya alternatif bir vizyon peşindeyken karşılaştığınız engeller nelerdir ve benzer hayalleri ve hedefleri olan diğerleri için ne tavsiyede bulunursunuz?

Bu çok uzun bir yolculuk. Ve bunu en başında ne kadar bilirseniz bilin, bu yolu yürümek hala çok zordur. En büyük zorluk, tasarımlarınızı sevecek ve ücretini ödemeye istekli yeni müşterilere ulaşmaktır.

Ve bence mesele satın alabilme gücü ile ilgili değil. Ürünün değerini anlamakla ilgili. Birçok insan, binlerce kilometre ötede üretilen, ucuz üretilmiş, seri üretim giysilere alışkın ve bu algıyı değiştirmek zaman alıyor.

Size şunu söyleyebilirim, yine de yapın. Çünkü endüstrinin ne kadar kötü olduğunu insanlara öğretebileceğimize ve bir alternatif olduğuna inanmasaydım çoktan vazgeçmiş olurdum.

Okurlarımız ürünlerinizi nerede bulabilir ve çalışmalarınız hakkında daha fazla bilgi edinebilir?

Beni Instagram’da @hedone_berlin adresinde bulabilirsiniz ve ürünlerim web sitemde: www.hedoneberlin.com. İnsanlar Berlin’deki bir sonraki açacağım stantta beni bulabilir (tüm güncellemeler IG’de) veya atölyemi Kreuzberg, Berlin’de ziyaret etmek için bana DM & e-mail atabilirler.

Ayrıca stil, sahne tasarımı ve kostüm tasarımı projeleri üzerinde de çalışıyorum, müzik videoları, canlı performanslar ve film prodüksiyonları için müzisyenler ve sahne sanatçılarıyla iş birliği yapıyorum. Markam ve projelerim hakkında güncel bir web ve sosyal medya varlığını sürdürmeye çalışıyorum, bu yüzden Instagram’da beni takip ettiğinize emin olun!

Hēdonē
@hedone_berlin

Röportaj: Dorothea Tomsits (the founder of Hēdonē)

Röportajı gerçekleştiren: Tevfik Hürkan Urhan
Çeviri: Tevfik Hürkan Urhan


Buy Me A Coffee

Hudutsuz Öyküler: “Seyahat Eden Düşünceler”

Sajad Bayeqra

Kısa Film. Türkçe ve İngilizce altyazılar mevcuttur.

Sajad, Almanya’daki mülteci statüsünü kanıtlayan evraklara ve geçerli bir seyahat belgesine sahip olmasına rağmen, Türkiye Konsolosluğu’nun vize vermemesi nedeniyle İstanbul’u yeniden ziyaret edemedi. Bu durum, filminde Türkiye’den hiçbir şehrin yer almamasına yol açtı. Oysa ki sadece bedeninin Türkiye’ye seyahat etmesine engel olunabildi, çünkü düşünceler sınır tanımaz, vizeye muhtaç değildir. Sajad, Türkiye’de geçirdiği zamanı anlatan bir yazı kaleme alarak seriyi dergimizde tamamlamaya karar verdi.

Editörün Notu

18 saatlik gece yürüyüşünün ardından Türkiye’nin Iğdır şehrine vardım. Iğdır’da sadece bir hafta kaldım, fakat şehrin hiçbir yerini göremedim çünkü kaçakçı tarafından sağlanan küçük, karanlık bir odada kapalı kalma durumundaydım. İlk üç gün tek istediğim şey uyumaktı, çünkü Kabil’den ayrıldığımdan beri zamanımı ya yürüyerek, ya koşarak ya da kamyonetlerin arkasında yolculuk ederek geçirmiştim.

Altıncı gün kaçakçı bizi bir otobüse bindirdi. Bu yepyeni, lüks bir otobüstü ve koltukları tertemizdi. Böylesine uzun bir yolculuktan sonra, o yumuşak, temiz koltuklara oturduğum an uyuyakaldım.

Altı saat sonra muavin herkesi uyandırıp bizi otobüsten indirdi ve yakındaki bir otelde yemek yiyeceğimizi söyledi. Bir buçuk ay boyunca ekmek ve yoğurtla hayatta kaldıktan sonra, otelden yükselen kebap kokusu aklımı başımdan almıştı. Güzel bir yemek yedikten sonra tekrar otobüse bindik. Ancak bu kez koridorda oturmam gerektiğini söylediler; çünkü koltukta oturma sıram sona ermişti. Tekrar düzgün bir koltukta oturmak istersem 100 lira daha ödemem gerekiyordu—lakin tüm paramı çoktan kebaplara harcamıştım.

Akşam saat 8 civarı İstanbul’daki Esenler Otogarına vardık. İlk defa zarif vücutlarıyla güzel kadınlar gördüm; kısa eteklerinin altından bacakları görünüyordu. Daha önce böyle manzaraları sadece televizyonda görmüştüm.

Devasa şehir İstanbul’da beni Avrupa’ya götürecek yeni bir kaçakçı bulmam gerekiyordu. Kabil’deki arkadaşlarıma birkaç telefon açtıktan sonra, arkadaşlarımdan birinin kaçakçı olan amcasıyla iletişim kurabildim. Onun evine gittim ve yine on Afgan göçmenle birlikte küçük bir odaya kapatıldım. Ama bu kez uyuyamadım. Artık yorgun değildim. Adeta uzun bir yolculuk yapmamışım gibiydi. Tek isteğim dışarı çıkmak ve güzel İstanbul’u keşfetmekti—martı sesleri ve taksi kornalarıyla dolu bu şehir, Beethoven’ın 1. Senfonisi gibiydi, tek farkı martıların ve kornaların ritminde çalmasıydı.

Ertesi gün şehri keşfetmek için kaçakçının evinden çıkmaya hazırlanırken, Afgan çocuklardan biri beni uyardı: “Sakın bu hatayı yapma. Polis seni yakalarsa Afganistan’a geri gönderirler.”

Bunu duyduğumda korkuyla irkildim. Kendi kendime “Aptal, buraya eğlenmeye ya da gezmeye gelmedin. Avrupa’ya ulaşmak için geldin.” dedim.

Dört gün sonra, başka bir kaçakçının otobüsüne binerek İzmir’e doğru yola çıktım; oradan Avrupa’ya gidecek bir bota binmeyi planlıyordum.

Dört yaşından beri göçmenim; hayatım hep polislerden ve sınırlardan korkmakla geçti. Hiç sabit bir evim veya okulum olmadı; sürekli kaçmak zorunda kaldım.

2019’da Berlin’de nihayet kendime ait küçük bir odaya kavuştuğumda bile, iki yıl boyunca sürekli korku içinde yaşadım—bir gün burayı terk etmek zorunda kalacağımdan, aslında buranın bana ait olmadığından endişe ediyordum.

Sajad Bayeqra

Buy Me A Coffee

Keşfedilmemiş Topraklar: Bir Longplay’in Yapılışı

HAFTW


HAFTW, 2021 yılında Türkiye ve Almanya’dan üyelerin oluşturduğu, Berlin merkezli post-indie ve Neue Türkische Welle grubudur. Müzikleri, Neukölln’un kaotik enerjisini Türk şiirinin içsel hüznü ile harmanlamaktadır. Sesleri—hem duygusal rahatlama sağlayan hem de çelişkili—gelecek albümleri “Unknown Territories”den “One by One” adlı single ile sergilenmekte olup, Detriti, Cold Transmission ve Oraculo Records gibi etkili indie plak şirketleriyle yaptıkları yayınlarla tanınmıştır. Avrupa genelinde dinamik canlı performanslarıyla övgü toplayan ve film ile televizyon projelerinde yer alan HAFTW, müzikal sınırları zorlamaya devam ederken, izleyicileri dönüştürücü bir kültürel yolculuğa davet etmektedir.


Öncelikle, LP’nize neden ‘Unknown Territories’ adını verdiniz?

HAFTW: Müzikal yolculuğumuzun en başından beri post-punk ve gotik gibi türlere yerleştirildik. Bu tarzda müzik yapıyorduk, belli plak şirketleriyle çalıştık ve kendimizi goth çerçevesinde bulduk, ama belli bir kategoriye uymak bizim bilinçli bir kararımız olmadı. Hiçbir sahneye ya da türe karşı bir sorunumuz yok, ama dürüst olmak gerekirse, müzikal yolculuğumuzun pek az şeyi planlı ya da kasıtlıydı.

Keşfetmek, daha az bilinen yollara sapmak ve bu süreçte kaybolmayı kucaklamak istedik. Belki de biraz fazla kaybolduk. Sonuçta iki yılımızı aldı! Haha.

Şaka bir yana, bakış açımızı gerçekten şekillendiren an, David Bowie’nin bir sözüyle karşılaştığımızda oldu. Şöyle bir şey diyordu:

“Çalıştığınız alanda kendinizi güvende hissediyorsanız, doğru alanda çalışmıyorsunuz demektir. Her zaman kendinizi yeteneklerinizin ötesine taşıyacak kadar suya girin. Ayaklarınızın zemine tam değmediğini hissettiğinizde, heyecan verici bir şey yapmaya en yakın olduğunuz yerdesinizdir.”

Bu söz bize tamamen bilinmeyene adım atma cesareti verdi, algılanan tüm sınırları yıkıp müziğin bizi nereye götürebileceğini görmemizi sağladı.
 

Neden başka bir EP ya da single yerine bir LP üzerinde çalışmaya karar verdiniz?

HAFTW: Bir LP’nin bize tam anlamıyla keşif için bir tuval sunacağını hissettik. Bir single, bu keşif sürecini tam ölçekli olarak gerçekleştirmeye izin vermezdi. EP ise daha önce yaptığımız bir şeydi ve bizden bir yenisini yapmamız bekleniyordu, ama bu gerçekten bilinmeyeni keşfetme sürecinin doğasına uymuyordu.

Bir şekilde, keşfettiğimiz alanların tamamını bir haritaya dönüştürme olasılığı da sundu. Bu, kulağa garip gelse de, daha bütüncül hissettirdi.

Yeni sanatçılar için single çıkarmak, bir takipçi kitlesi oluşturmak ve dikkat çekmek için şiddetle tavsiye edilir. Ama biz, LP seçerek bu beklentiden kurtulmayı ve bizim için doğru hissettiren şekilde yaratmayı özgürleştirici bulduk.

Bir LP üzerinde çalışmanın en farklı yönü ne oldu?

HAFTW: Şarkıların sayısı, bir LP’yi daha geniş ölçekli bir proje yapıyor. LP’nin keşif temelli yaklaşımı da bazen bireysel şarkılar için net bir referans noktası bulmayı zorlaştırıyor. Amacımız sınırları yıkmak ve bu süreçte kaybolmaktı, ama bu da keşiflerimizin sonuçlarını yorumlamayı zorlaştırdı. Genel olarak beklediğimizden daha uzun sürdü. Dürüst olmak gerekirse, bu süreç daha da uzun sürebilirdi ama bir yerde bir bitiş çizgisi belirlememiz gerekti ki yeni keşiflere yer açabilelim. Yayınlanacak şarkılardan daha fazlası elimizde kaldı. Belki bunları ileride bir gün yayınlarız.

Son olarak, diğer sanatçılar, ses mühendisleri ve teknisyenlerle çalışmak, bu LP için önceki projelerimize kıyasla farklı bir süreçti. Aynı zamanda onların müziğe ve bizim şarkılarımıza yaklaşımını gözlemlemek için eşsiz bir fırsattı.

Yıllar içinde LP’lerle olan ilişkiniz nasıl değişti? Eskiden onları almak nasıldı, şimdi dinlemek sizin için nasıl bir deneyim?

HAFTW: LP satın almayı her zaman sevdik. Bu, adeta bir deneyim satın almak gibi. Plak çalara yerleştirip bilinçli bir şekilde çalıyorsunuz ve sanatçının yarattığı farklı bir dünyaya yolculuk ediyorsunuz. Ayrıca birine LP hediye etmek de harika bir şey bence. Arkadaşlarınız, onları etkileyen bir deneyimi sizinle paylaşmaya davet ediyor.

LP bir konsepttir, başından sonuna kadar bir bütünlük taşır. Kendi içinde sizi farklı yerlere götürebilir, ama bütün olarak tamamlanmış bir yapıya sahiptir. Ve her dinlediğinizde, o anki deneyiminizden yeni bir katman eklenir. Farklı insanların anılarının ve duygularının büyülü bir koleksiyonudur.

Kendi LP’miz içinse, adeta kendimizin arkeologları gibiyiz. Aslında bu, her sanatçı için geçerli. Yaratımın büyülü süreci sona erdiğinde ve sanatçı kendi eserine geri döndüğünde, bu süreç hem ürkütücü hem de zorlayıcı olabilir. Sürecin bu kadar içinde olan biri olarak, eserinize dair algınız değişir. Bazen olgunlaşır, gelişir ve büyür; bazen ise o parçayla süregelen bir mücadele içinde bulabilirsiniz kendinizi.

Geçmişteki kendimize sevgi ve şefkat duyuyoruz. Bu şarkıları dinlemek ve son iki yılda Berlin’in sayısız sokağında onlarla yürümek, bir anlamda geçmişteki benliğimizi kucaklamak, anılara dönmek ve kendimizi büyürken izlemek gibi. Bu deneyim, kategorik sıfatların ötesinde, tamamen yeni bir yolculuk.

Son olarak, LP sizce eski jenerasyonlara ait bir kalıntı mı? Genç sanatçılarla yaşamaya devam edecek mi?

HAFTW: Genç nesiller de bunu keşfediyor. Genç sanatçılarda bunu görebiliyorsunuz. Belki de medya bu kadar değiştiği için LP dinleme kararı eskisi kadar bilinçli bir tercih değil. Plak çaları açıp bir LP dinlemek, dijital tüketim için bir düğmeye basmaktan çok daha ritüelistik bir deneyim. Ama bu, genel olarak bir konsept fikrini bozmaz.

LP, bir baştan sona bir hikaye anlatır ve her dinleyişinizde farklı bir anlam kazanır. Bence bu nedenle, LP’ler her zaman bir şekilde yaşamaya devam edecek.

Söyleşi: HAFTW
@haftw.music

Söyleşiyi gerçekleştiren: Yiğitcan Erdoğan
Çeviri: Yiğitcan Erdoğan

Buy Me A Coffee

Burası Olmalı

Lea Drescher


2017-2022 yılları arasında Lea Drescher, Ortadoğu ve Almanya arasında Kürt hikayeleri üreten ve dağıtan Berlin merkezli mîtosfilm film yapım şirketinde çalıştı. Ayşe Polat’ın Berlinale 2023’te prömiyer yapan ve Alman Film Ödülleri 2024’te En İyi Film için Bronz Ödül alan ‘Kör Noktada’ adlı filmde Yapım Yönetmeni olarak görev aldı ve birkaç yıl boyunca Kürt Film Festivali Berlin’i koordine etti. 2024 yılında, ilk orta uzunlukta belgesel filmi olan ‘Burası Olmalı’ ile Berlin Medya Üniversitesi’nde Görsel Antropoloji M.A. programını tamamladı.

‘This Must be the Place (Burası Olmalı) ’ – hayal ile gerçek arasında bir yerde
Kırgız hemşirelerin Almanya’ya göçü üzerine antropolojik bir film

Bişkek’e giden aktarmalı uçuşumu kaçırdım.
Havaalanında internet olmaması ve yolculuğun bitmek bilmez gibi görünmesi canımı sıkıyor. Elimde Cengiz Aytmatov’un “Çocukluğum” adlı kitabı var. Zaman ve konfor bakımından benim seyahatimin yorucu olduğunu düşünmek aslında absürt; hele de kitapta küçük Aytmatov’un Kırgız dağlarında köyden köye banknot taşıyarak yaptığı, günler süren yürüyüşleri okuyunca. Saatlerce, günlerce soğuk sulardan geçerek yürümüş o. (…)
Kırgızistan dağlarını göreceğim için sabırsızlanıyorum (…) Bişkek yolculuğu bu akşam saat 20.00’de devam edecek. O zamana kadar güneşli İstanbul sokaklarında dolaşarak stresimi atmaya çalışıyorum. Birdenbire Bişkek için ayırdığım zaman çok kısa, projem ise çok ağır ve aynı zamanda anlamsız gelmeye başlıyor. (…) Bunu ne için yapıyorum (diploma almaktan başka)? Beni neyin beklediğini bilmemek kötü düşüncelere kapılmama yol açıyor şu anda. Gözlemem hazır.

saha notu, 05.04.2024, İstanbul, bistro

2024 baharında yaşadığım şehir olan Berlin’den Kırgızistan’ın başkenti Bişkek’e seyahat ediyorum. Görsel Antropoloji bölümündeki mezuniyet filmim için Kırgızistan’dan Almanya’ya göç eden hemşirelerin hikâyelerini araştırıyorum. Kırgızistan’da EDUVISO programının katılımcılarıyla tanışmak istiyorum.

EDUVISO şirketi 2019’dan bu yana Kırgızistan’daki tıp kolejleriyle iş birliği yaparak gençleri Alman iş piyasası için hemşire olarak yetiştiriyor. Hemşireler, Almanya’nın doğusundaki Saksonya eyaletinde, özellikle yaşlı bakımı alanında çalışmak üzere Dresden ve Pirna gibi şehirlerde işe yerleştiriliyor. EDUVISO ülke çapında liselerde programını tanıtıyor. Bugüne kadar Dresden ve yakınlardaki Pirna kasabasına yaklaşık bir düzine hemşire yerleştirilmiş. Programa yüzlerce genç katılmış, ancak kaçının gerçekten göç edeceği henüz belirsiz. Almanya’da tam yetkin bir hemşire olarak tanınmak için yıllar süren süreçleri ve çeşitli sınavları tamamlamak gerekiyor. Özellikle Almanca sınavlarını geçmek pek çok katılımcı için büyük bir zorluk teşkil ediyor.

Kırgızistan’daki araştırmamla, katılımcıların gelecek hayallerini, göçe hazırlanırken karşılaştıkları zorlukları ve onları ülkelerini terk ederek Almanya’da hemşire olarak çalışmaya iten sebepleri yakından anlamak istiyorum. Almanya’yı uzaktan nasıl hayal ediyorlar?

Bişkek’e gitmeden bir yıl önce final projem için konu ararken dedemi kaybettim. İlk kez duygusal olarak yakın olduğum biriyle vedalaşıyordum. Kısa süre sonra anneannem bir huzurevine yerleşti. Artık kendi başına yaşayamadığı gibi, aile de Almanya’nın dört bir yanına dağılmış durumdaydı.

fotoğraf, 25.08.2023

Onu yeni evinde güneşli bir öğleden sonra ziyaret ediyorum. Oldukça keyifli görünüyor; balkondaki ayçiçeklerini gösteriyor, karşı avludaki canlı hayattan gülümseyerek bahsediyor ve ona bakan Kamerunlu bir hemşireden söz ediyor. Burada çalışan pek çok hemşirenin yurt dışından geldiğini söylüyor.

Birkaç ay sonra anneannem de vefat etti. Ömrünün çoğunu birlikte geçirdiği dedemin yokluğu, vücudunu hızla güçsüz düşürmüş gibi geldi bana.

İşte göç ve bakım konusunu böylece araştırmaya başlıyorum. İnsanlar yeni bir ülkeye gelecek hayalleriyle göç ediyor, burada ise yaşamlarının büyük kısmını geride bırakmış, başkalarının desteğine ihtiyaç duyan insanlara bakıyorlar.

Şu anki istatistiklere göre, 2049 yılına kadar Almanya’da 690.000 bakıcı açığı öngörülüyor. Yurtdışından hemşire işe almak, bu açığı kapatmak için uygulanan stratejilerden biri. Federal İş Kurumu analizlerine göre 2017-2022 arasında yabancı uyruklu bakım çalışanlarının oranı neredeyse iki katına çıktı.

Ekonomik olarak daha zayıf ülkelerden insanlar, ekonomik olarak güçlü ülkelere bakım sektöründe çalışmak üzere göç ediyor; kapitalizmin küresel boyuttaki bu olgusuna “global bakım zincirleri” deniyor. Genel olarak erkekler daha fazla göç ederken, bakım alanındaki emek göçü çoğunlukla kadınlar tarafından gerçekleştiriliyor.

“Etnomanzara (ethnoscape) ile içinde yaşadığımız hareketli dünyayı oluşturan insan manzarasını kastediyorum; insanların bir yerden ayrılma gerçekliği ya da bir yere gitme fantezisiyle yüzleştiği bir dünya bu.”

Arjun Appadurai, Anthropologist, ‘Disjuncture and Difference in the Global Cultural Economy’, 1990: 7

EDUVISO katılımcılarının Dresden ve Pirna’ya yerleştirildiğini öğrenince, doğudaki sağa kaymayı düşünmeden edemedim. Önceki Doğu Almanyayı oluşturan eyaletlerde, sağcı partiler özellikle yüksek oy alıyor. Ancak sağa kayış ve yabancı nefreti (zenofobi) yalnızca doğuyla sınırlı değil, 2025 Almanya genel seçimlerinin işaret ettiği üzere Almanya genelinde de artıyor.

Sadece kaygılandığım için değil aynı zamanda artan hoşnutsuzluğu ve bunun yükselen sağ ile olan ilişkisini anlayabilmek amacıyla Pirna’ya gidiyorum ve burada yaşlılarla sokaklarda ve bakım evlerinde, yerel halkla ise barlarda sohbet ediyorum. Almanya’daki bakım sistemi ve göç konusundaki kaygıları ve istekleri ilgimi çekiyor.

Lea: Pirna’da hayatını nasıl hayal ediyorsun?
S: Buradaki gibi telaşlı ve aceleci değil, sakin bir hayat.
(…) Umarım… yani duyduğum kadarıyla (gülüyor),
Almanya gerçekten harika, işler orada daha
kolay ve insanı mutlu ediyor.

kayıt 08.04.2024, Bişkek

“Huzurevleri, Doğu Almanya döneminde bugünkü kadar donanımlı değildi ama bu önemli değildi; insanlar orada saygın bir yaşam sürüyordu. Mutfakta bulaşığa yardım edebilir, bir işle meşgul olabilirlerdi… Şimdilerde ise… Yaşlı insanlara nasıl davranıldığını biliyor musun? O yüzden dedim ki: ‘Huzurevi hariç her yer olur.’”

kayıt, 02.07.2024, Pirna 

Belgesel film ‘This Must Be The Place (Burası Olmalı)’ (45 dk), göç hazırlığındaki Kırgız hemşirelerin bakış açısını, Pirna’nın küçük kasabasındaki yaşlılar ve pub misafirlerinin perspektifini ve bir belgeselci olarak mekânlar arasında dolaşan kendi bakış açımı iç içe geçiriyor.

Göç ve bakım emeği etrafındaki karmaşıklığa yaklaşabilmek için araştırma sürecimde karşılaştığım farklı sesleri ve mekânları bir araya getiriyorum. Geleneksel saha araştırmalarında olduğu gibi tek bir yere odaklanmak yerine, gözlem ve katılımı farklı alanlara yayıyorum (multi-sited ethnography).

Bu filmi, kesin cevaplar vermekten ziyade, sorular soran ve izleyiciyi düşünmeye davet eden bir izlenimler mozaiği olarak görüyorum.

Lea: Yaşlandığınızda nerede yaşamak istersiniz?

Öğrenci 1: Tabii ki Kırgızistan’da.

Öğrenci 2: Şu an bir şey diyemem. Zaman gösterecek.

Öğrenci 3: (gülümseyerek) Açıkçası Almanya’da. Bir huzurevinde… Böylece çocuklarınıza ve torunlarınıza yük olmazsınız.
(gülüşmeler)

kayıt, 28.04.2024, Bişkek, A2 Seviye Almanca Kursu

Konuştuğum EDUVISO katılımcıları birkaç yıldır Almanca öğreniyor fakat bazıları sınavları geçmekte zorlanıyor. Aynı zamanda Almanca, benim için de araştırma sürecinde kilit bir rol oynuyor. Katılımcıların Almanca bilgisi olmadan, en azından şimdilik aramızda sözlü iletişim kurmam mümkün olmuyor; çünkü ne Rusça ne de Kırgızca konuşabiliyorum. Bir yandan da dil engellerinin iletişimimizi nasıl sınırladığını da fark ediyorum. Genel olarak, röportaj ortamlarının ötesinde birlikte vakit geçirmek, öğrenme sürecime büyük katkı sağlıyor. Şehri dolaşırken bana mekânları gösteriyorlar, köydeki ailelerini ziyaret ediyoruz, birlikte arabayla dağlara gidiyoruz ya da müzik dinliyoruz. Bu anlar, birbirimizi daha iyi tanımamızı sağlıyor.

Dün gece Bişkek havaalanına vardığımda, T., S. ve Z. (üç EDUVISO katılımcısı) beni arabayla aldılar. Karanlığın içinde otelime doğru ilerlerken farklı müzikler açtılar: Kırgız müzikleri, İngilizce şarkılar ve ayrıca Kerstin Ott’un ‘Die immer lacht’ (Her zaman gülen kişi) adlı Alman pop şarkısı.
saha notu, 07.04.2025, Bişkek

Pirna da benim için yeni bir şehir olsa da burada, insanlarla önceden tanışmadan, spontane bir şekilde iletişim kurabiliyorum. Bunun mümkün olmasının nedeni, ortak bir dili paylaşıyor olmamız.

Kasaba, Elbe Nehri’nin kıyısında, tepelerle çevrili, huzurlu bir konumda yer alıyor. Kırgızistan’da çekim yaparken gözüm sürekli dağlara, hayvanlara ve çiçeklere takılırken, Pirna’da daha çok metinlere ve sembollere odaklanıyorum; çünkü burada dili konuşabiliyor ve sosyo-politik bağlamı daha iyi anlayabiliyorum. Özellikle seçim afişleri ve yoldan geçen insanların konuşmalarından duyduğum kesitler dikkatimi çekiyor.

G. ve S. ile (birkaç hafta önce Pirna’ya yeni gelen Kırgız hemşireler) nehir kıyısına doğru yürüyorum. Birkaç genç bisikletleriyle yanımızdan geçiyor. Çocuklardan biri, Gigi D’Agostino’nun “L’amour toujours” şarkısının ritmine uyarak “Deutschland den Deutschen, Ausländer raus” (“Almanya Almanlarındır, yabancılar dışarı”) diye şarkı söylemeye başlıyor.

saha notu, 02.06.2024, Pirna

Altı hafta boyunca Bişkek bana daha tanıdık gelmeye başladı ve sürekli aynı yerlere dönüp durdum. Özellikle hayvanların olduğu yerlere… Neredeyse kurumuş olan nehir yatağında güvercinler suya girip yıkanıyor, bir öğleden sonra su kenarındaki çalılıkların arasında anneleriyle birlikte küçük yavru köpekler gözlemliyorum. Belli ki birkaç gün önce doğmuşlardı. Parkta sincaplar insanların arasında sıçrayarak dolaşıyor.

Hayvanların varlığı, yeni bir yere ve yeni insanlara alışmaya çalışırken bana tuhaf bir şekilde huzur ve rahatlık veriyor.

Daha sonra, Pirna’da, yeni gelmiş iki hemşireyle tanışıyorum. Bir röportajın ardından birlikte nehir kenarına gidip kazları izliyoruz. Onlar da Kırgızistan’daki kazları hatırlıyor. Gençler ve yaşlılar, farklı insanlar burada, gürültücü hayvanların arasında vakit geçirmekten keyif alıyor gibi görünüyor. Kısa bir an için bile olsa, bir yerin, dili ne olursa olsun tüm canlılar tarafından paylaşılabileceğini hissediyorum.

G: Hem endişeli hem de mutlu hissediyorum, biraz da üzgünüm. Çünkü yakında Almanya’ya uçacağım ve evet, Almanya’da yeni bir hayata başlamaktan korkuyorum. Ama umarım her şey yolunda gider.

kayıt 08.04.2024, Bişkek

Lea Drescher
@dr.escha

Buy Me A Coffee

Kimlik Rüyaları: Mekân,Göçmen ve Yapay Zekâ

Balkan Karışman


Karisman, dijital deneyselliği bilgisayar grafiği geçmişiyle birleştiren bir türetken sanatçıdır. Kentsel dokulardan, glitch estetiğinden ve gerçeklik ile illüzyonun etkileşiminden esinlenerek, analog ve dijital alemleri bulanıklaştıran spekülatif görsel anlatılar hazırlıyor. Çalışmaları, gündelik çevre hakkında merak uyandırıyor; sıradan ve gerçeküstü arasındaki gizli bağlantıları ortaya çıkarmak için “ya-eğer?” sorularını soruyor. Berlin’de yaşayan sanatçı, multidisipliner yaratıcılarla işbirliği yaparak teknolojinin insan nabzını kaybetmeden algıyı nasıl dönüştürebileceğini araştırıyor.

Bu kısa film fikri zihninde nasıl filizlendi? Filmde oldukça dışavurumcu bir hava var; seni bu duygusal yoğunluğa iten kişisel ya da toplumsal meseleler nelerdi?

Bu film, bir sergiye hazırlanırken tam da içinde bulunduğum durumu sorgulamamla ortaya çıktı. O dönemde Berlin’de uzun vadeli bir ev arayışındaydım. Şehirde kök salmaya çalışırken karşılaştığım belirsizlikler, bürokratik engeller ve sürekli değişen beklentiler beni hem zihinsel hem de duygusal olarak yoran bir sürece sürükledi.

Fiziksel bir mekân arayışından çok, bir kimlik ve aidiyet arayışını temsil ediyor. Kendi deneyimlerimle örtüşen bir şekilde, farklı evleri ziyaret etmek, farklı yaşamları ve ihtimalleri görmek, sonunda varılacak yerin belirsizliğiyle birleştiğinde, gerçeklikle hayal arasındaki sınırların erimesine sebep oldu. Modern şehir yaşamında bu arayış, giderek daha zor ve karmaşık hale geliyor. Bu yüzden film, fiziksel bir mekânın ötesine geçerek, varoluşsal sorgulamalarla iç içe geçmiş bir hikâye anlatıyor. Dışavurumcu anlatım ve sürreal imgeler, bu ruh halini yansıtmanın en doğru yolu gibi geldi. Gerçekle hayalin iç içe geçtiği, zihinsel ve duygusal katmanların eridiği bir dünya kurmak istedim.

Görsel sanatlarda yapay zekânın kullanımı hakkında ne düşünüyorsun? Bir dijital sanat üreticisi olarak, AI’ın sanat alanındaki varlığı senin yaratım süreçlerini, estetik anlayışını ya da ifade biçimlerini nasıl etkiledi? Kendi çalışmalarında yapay zekâyı ne ölçüde kullanıyorsun ve bu kullanım sana nasıl bir katkı sağlıyor?

Yapay zekânın sanat dünyasına girişi, tıpkı fotoğrafçılığın resim sanatını dönüştürmesi gibi, büyük bir kırılma yarattı. Sanatın emekle doğrudan ölçülmediğini bir kez daha kanıtladı. Artık mesele sadece nasıl üretildiği değil, ne anlatıldığı ve nasıl bir etki bıraktığıyla ilgili.

Benim üretim anlayışımda yapay zekâ doğrudan bir araç haline geldi. Sanat pratiğim, yalnızca görsel üretmek değil, görsel üretme sistemleri tasarlamak üzerine kurulu. AI, bana bu anlamda daha önce var olmayan imkânlar sundu. Eskiden var olan fotoğraf ve videoları manipüle ederek ilerlerken, şimdi hiç var olmamış imgeler yaratabiliyorum. Yapay zekâyı, tamamen sonuç odaklı bir üretim aracı olarak değil, yeni bir ifade alanı açan bir malzeme ve ilham kaynağı olarak kullanıyorum. Bu da sanat pratiğimi daha deneysel ve keşif odaklı bir noktaya taşıyor.

Yıllar önce seninle dijital sanat devrimi üzerine konuşmuş ve bu röportajı dergimizde yayımlamıştık. O zamandan bu yana köprünün altından çok sular aktı, özellikle yapay zekânın etkilediği en büyük alanlardan biri de görsel sanatlar oldu. Bugün baktığında, görsel sanatların geleceğini nasıl tahayyül ediyorsun? Bu dönüşüm sürecinde kendini ve sanatını nasıl konumlandırıyorsun?

Geçmişte, NFT’lerin sanat dünyasında yarattığı demokratikleşme dalgasını konuşuyorduk. O dönem devrim, sanatın nasıl satıldığı ve dağıtıldığıyla ilgiliydi. Bugün ise dönüşüm, sanatın nasıl üretildiğiyle ilgili. Yapay zekâ, üretim sürecini daha erişilebilir hale getirdi ve herkesin bir noktada yaratıcı bir üretici olmasını sağladı.

Bu erişilebilirlik, sanatın değerini nasıl etkileyecek, bunu zamanla göreceğiz. Ama ben özgünlüğün her zaman belirleyici olacağına inanıyorum. Yapay zekâ sanat üretimini hızlandırsa da, bir eserin ruhunu ve derinliğini hâlâ sanatçının vizyonu belirliyor. Ben de bu dönüşüm içinde kendimi, teknolojiyi araçsallaştıran ama insan dokunuşunu kaybetmeyen bir noktada konumlandırıyorum. Sanatın değişen yüzü, onu üreten kişinin bakış açısıyla anlam kazanıyor ve ben de bu özgünlüğü yakalamaya devam etmeye çalışıyorum.

Balkan Karışman
instagram: @_karisman
Röportaj: Tevfik Hürkan Urhan

Buy Me A Coffee

Yeni Kan: Noesis Collective

“Yaratıcı faaliyetlerin kaynağı ortak, yaklaşım ve yöntemleri farklıdır. Bunlardan birine veya birkaçına odaklanmak, belirli bir alanda yetkinleşip kendini ifade edebilmek için gerekliyken, bu sürecin gerektirdiği zaman ve çalışma, kişileri diğer yöntem ve yaklaşımları deneyimlemekten yoksun bırakabilir. Bu ilgi ve faaliyet alanlarının etrafında sosyal gruplar oluşması vazgeçilmez öneme sahip de olsa, bu grupların zamanla katı ve geçirgen olmayan bir hale gelmesi, daha zengin sosyal ve yaratıcı etkileşimlerin yeterince ortaya çıkamamasına ve bu alanlardan her birinin kendi yankı çemberiyle kısıtlı kalmasına neden olabilir.

Belirli bir yöntem, tür (genre) veya ilgi alanı hakkında derin bilgiye ve tecrübeye sahip birinin, bundan çok farklı, hatta zıt görünen yaklaşımlara sahip alanlarda ortaya koyulanları ve üretilenleri de deneyimlemesi, kişiye kendi konusuyla ilgili daha derin kavrayışlara ulaştırabilecek yeni içgörüler sunma potansiyeline sahiptir. 

Aslında tüm bu farklı üretimler, aynı kaynağa ait farklı insan deneyimleridir. Öyleyse yapılmaya değer olan, bu farklı deneyimleri bir araya getirerek, bir şeyler üretme ve öğrenme yolculuğunu mümkün olduğunca dolaysız ve başka amaçlarla gölgelenmemiş şekilde yaşamaya yönelik, tür ve yaklaşım ayrımı yapmayan ortak alanlar yaratmaktır.” 

Noesis Collective, bu düşüncelerle ve amaçlarla kurulmuş, kâr amacı gütmeyen bir oluşum. Kolektif, faaliyetlerine 13, 14, 15 Aralık 2024 tarihlerinde düzenlediği Noetic Noises Fest #1 ile başladı. Festivalde elektroakustik serbest doğaçlama, akustik folk, deneysel hip-hop, death metal, progresif rock, black metal, kadim halk müziği, kabare rock türlerinde müzik performanslarıyla birlikte resim, heykel ve fotoğraf sergileri yer aldı.Sıradaki etkinlikleri üzerinde çalışmakta olan kolektifin internet sitesi de faaliyete geçti. Bu site aracılığıyla, yazı, görsel gibi çeşitli alanlarda üretilen içeriklerin sunulması ve uzun vadede üretenler arasında iletişim ve işbirliği için kapsamlı bir platform oluşturulması amaçlanıyor. Yayınlanmasını istediğiniz çalışmalarınızı kolektife info@noesiscollective.com adresinden ulaştırabilirsiniz

Festivalin amacı olan farklı disiplinlerdeki sanatçılar arasında etkileşim yaratma düşüncesi, Kıvanç Yılmaz‘ın sergisindeki işlerden birinin black metal sanatçısı Kralizec‘in sahnesinde dekor olarak kullanılmasıyla somutlaşmaya başladı.   

KARA EJDERHA / Noetic Noises Fest

AKDENİZ ERBAŞ / Noetic Noises Fest

DEAD GROAN / Noetic Noises Fest

ELİF YILDIZ / Noetic Noises Fest

SERİM TAĞAR KOÇ / Noetic Noises Fest

Buy Me A Coffee

Kimlikten

Ressam Sinan Hasar, ‘’Biyopolitika Bağlamında Portre Sanatı’’ isimli yüksek lisans tezinde kimlik kavramını derinlemesine araştırarak bu ‘’soyut’’ konuyu onlarca portre ile somutlaştırdı. Onun çizgileri, bireysel ve kolektif kimliklerin kesişim noktalarını ararken, izleyiciyi de kendi benliğini sorgulamaya davet ediyor. Bu röportajda, sanatçının yaratım sürecini, kimlik üzerine düşüncelerini ve resimlerinin ardındaki hikâyeleri keşfe çıkıyoruz.

Neden kimlik fotoğrafı çalışmayı seçtin? Düşünsel ve pratik sürecini anlatabilir misin?

Kendi üretimimde de bir standart belirlemem gerekiyordu. Resim yapınca haliyle insanlar selfie çekip gönderiyorlar ‘beni böyle çiz’ diyenler oluyor. Yeni araba alıp direksiyonda selfie çeken figürün kabarmasıyla ilgilenmiyorum tabi ki! O yüzden kimlik fotoğrafı üzerinden gidebileceğimi düşündüm. Vesikalık fotoğraf dünyanın her yerinde aynı kurallarla çektiriliyor. Böylece konuyu biraz daraltmış oldum ki insanların fantezileriyle çok uğraşmadan istediğim gibi boyayabileyim.

Bu projenin hikayesi nereye dayanıyor? 

Öğrenciyken figür çalışmayı seviyordum. Cebimde çantamda hep küçük suluboyam, defterim olurdu. İnsanları model yapıp hızlıca çizip boyardım.  Seri üretime başlamam 2018 yılının sonunda olmuştu. Yılbaşı’nı geçireceğimiz arkadaşlarımın küçük portrelerini yapmıştım. Hızlıca çok sayıda portre yaptım ve daha sonrasında biraz daha konuyu daraltıp renkleri de sınırlayıp, ifadelere odaklanma fırsatı buldum.

 Daha önceki işlerinden nasıl veya ne şekilde ayrılıyor bu proje?

 İmgelemi sınırlamak durumunda kaldım öncesine göre. Şiirsel bir anlatımdan bütünsel bir eyleme dönüştü bile diyebilirim. İnsan yüzü çok acayip bir hale gelebiliyor.

 Bütün bu süreç, kimlik üzerine düşünmek, konuyla ilişik bir tez yazmak ve portreler çizmek, nasıl bir süreçti içsel anlamda? Proje nasıl şekil aldı ve süreçte senin için mihenk taşları neler oldu?

Tez yazmak resim yapmaktan daha başka bir pratik gerektiriyor. Deneyimlemiş oldum. Havva Altun ile çalışmaya başlayınca hayatıma töz diye bir kavram girdi. Çok şey öğrendim. Portrelere devam etmemi ve yoğunlaşmamı sağlayan da kendisi oldu.

Baştan sona 6 yıl sürdü.  Bu süreçte çok şey yaşandı. Hayatlarımız büyük çoğunlukla değişti, dönüştü. Yaşanan her iyi ya da kötü olayın yansıması olabiliyor tabii. İlk resimler o kadar şiddetli değilken sonraki süreçte bazen vahşileşti boyamam. Sistem vahşi. Çok daha fazla gözetimin, denetimin ve yaptırımın uygulandığı bir dünyadayız. Sürekli kontrol eden, denetleyen, zor kullanan mekanizmalar var. İyi tarafları da varmış gibi gösteriliyor. Rahatsız edici yanları hayli fazla. Proje de buna göre şekil aldı diyebilirim. Alternatif bir eylem olarak düşündüm.

Resimdeki hareketini nasıl etkiledi onlarca portre çizmek? Yüzlerle haşır neşir olmak?

Tek bir konuya yoğunlaşmanın avantajları da var dezavantajları da var. Resmettiğim insanların çoğunu daha yakından tanımış oldum. Birinin yüzünü şekillendirmeye çalışırken saatlerce izlemeniz gerekebiliyor. Tüm bunları yaparken bazı projelerinizi ertelemeniz gerekiyor. Artık daha sabırlı ve sakin biriyim diyebilirim. Sıraya koyabiliyorum yapmak istediklerimi.

Bundan sonraki işlerine nasıl yansıyacak sence bu süreç, işlerinde neleri değiştirecek ve sonraki adımda neler yapmayı planlıyorsun?

Uzun süredir yağlı boya çalışamamıştım. Sulu boyaya göre imkanları daha fazla. Yeni resimlere başladım. Bundan sonrası için söyleyebileceğim sadece resim yapmaya devam ettiğim olabilir. Neler olacak ben de bilmiyorum. Figür çalışıyorum, mekân çalışıyorum. Her ressamın ortak sorunlarına sahibim aslında. İçerik +21 sadece. Yaptıkça göreceğiz.

Sanatçı: Sinan Hasar

Röportaj: Nehir Akfırat

Buy Me A Coffee

Bir Başkaldırı – Vaa

Bir müzik projesi olan Vaa, seste atmosferik elementleri ve şiiri, plastik sanatlar üslubundan etkilenerek ortaya koymayı amaçlar. Hip-hop/rap, post-punk, pop-punk etkilerin duyabileceğiniz parçalarının metinlerinde bulunduğumuz yüzyılı absürt betimlemelerle müziğine konu edinir.

///

hepimizin hayatının en güzel günü 

elimden tut bu cehennemde eşliğimde yürü

tüm gökyüzü inadına ters dönsün 

bırak her şey düşeceği yere düşsün

annemin karnına geri dönüş biletim her şey beni geri göğe itsin

cennet bulutların ayakları altında

şehvet yangını şehri yaksın

çobanlar kurtları otlatsın 

biri suçu üstlensin

içinde yaşadığın bardağın suyu taşsın

okyanus yükselsin

caddeler gerçekle dolup taşsın 

bulutlar yağmura dönüşsün

takvim masalını anlatsın 

tarih tekerrür etsin 

///

///

caddeki bir deliyi bir saniyede anlarım 1 kilometre

öteden kokusunu al

kimselere söylediğim günahlarım, ağzını kapalı tutup

gördüğün tüm imgeleri çal

her gördüğün ağaca sarıldığın gibi sarıl seni savaşa sokan şeye

yaşamaktan 

şaşırarak her şeyine bu dünyanın, her gün tekrar küfrederek 

sevginin tam içlerine dal

gökyüzünden atladığım rüyalarım, tek sebebi katlanmamın 

buna, beni bulacaklar

satırları teker teker sıraladım, gördüğümü konuşurum 

gözlerimde bi tüfek var  

ne yapsamda bi kutuya sığamadım, inan bütün insanların 

söylediğine  kulaklarım sağır

kokusunu aldığım bu çiçeklerin, katili benim bi yanda peşime dolaşan anılar

bir sandalyede dakikanın geçişini izliyorum her şey yerli yerinde ve hızlıca akar

benim olan hiçbir şey yok. Kuş gibi hür olmasam ellerim bedenimi benzinle

yakar

///

Buy Me A Coffee

Allah, AI ve Ben Nasıl Bu Yaz Bir Çizgi Roman Yaptık

Bu yaz, Allah ve AI ile birlikte bir çizgi roman yaptım. Müsaade ederseniz açıklayayım. 

Allah, pek çoğunuzun bildiği gibi Arapça’da tanrı anlamında kullanılan bir kelime. Ama İslam inanışının strüktürü gereği Allah kelimesi çoğunlukla Semavi dinlerin tek Tanrısını anlatmak için kullanılıyor ve Allah’ı tanrı kelimesi gibi başka herhangi bir inanç sisteminin herhangi bir ilahını adlandırmak için kullanamıyorsunuz. Allah, tüm evrenin ve bilinen yaşamın yaratıcısı olmanın haricinde aynı zamanda Kur’an-ı Kerim’in de yazarı. Burası önemli. Müslümanlar Kur’an’ın bizzat Allah’ın kelâmı olduğuna inanıyor.

Kitabın kendisini okuduğunuzda bunun nasıl çalıştığını anlıyorsunuz. Allah çoğunlukla birinci kişi çoğul kipinde konuşuyor, müritlerinden ne beklediğini ve neleri arzu ettiğini detaylı bir şekilde aktarıyor. Allah aynı zamanda tüm Semavi inanç sistemini de sahipleniyor, Yahudiliği de, İslam öncesi Hanefiliği de. Kitap çok açık. Musa’dan Yusuf’a tüm peygamberler aynı tanrıya tapıyor, aynı talimatları aktarmaya çalışıyorlar ancak mesajları insanın tamahkarlığı ve zayıflığı yüzünden bozuluyordu. Bu yüzden Kur’an son kitaptı. Hz. Muhammed son Semavi peygamberdi. Allah son sözünü konuşmuştu.

Bu yaz Allah, AI ve ben bir çizgi roman yaptık. Tekrar müsaade ederseniz, yine izah edeyim.

Midjourney metinsel tasvirlerden görsel yaratan bir yapay zeka programı. Yani daha sade bir biçimde, Midjourney kelimeleri görüntülere çeviren bir robot. Çalışma prensibi Stable Diffusion ya da DALL-E gibi benzeri metinden-görsele yapay zeka programlarından farklı değil. Siz robota bir komut veriyorsunuz, robot komutu parselliyor ve kullandığı veriseti ışığında bir görsel oluşturuyor. Midjourney’nin farklı hissettirdiği nokta ise duyguluymuş gibi gözükebilmesi. Midjourney’ye verdiğiniz komutlar daha dokunaklı görünen görsellere dönüşüyorlar, renklendirme kasti ve kompozisyon bilerek yapılmış gibi görünüyor. Diğer metinden-görsele programlar kelimeleri görsellere daha somut şekillerde aktarmaya çalışırken, Midjourney’nin canı soyut çalışırken de sıkılmıyor. Robota illa Napoleon Bonaparte’ı lav denizinde köpekbalığına binerken çizdirmenize gerek yok. Ona ayrılıktan sonra hissettiğiniz can sıkıntısını da çizdirebilirsiniz. Bir deyim verebilirsiniz. En sevdiğiniz şiirin dizelerini yedirebilirsiniz. 

Ya da, Allah’ın kelamını yükleyebilirsiniz.

Yani işte dediğim gibi. Bu yaz. Ben. Allah. Robot. Çizgi roman yaptık.

İçimde aniden bir Kur’an okuma isteği geldiğinde Leipzig’deki balkonumda oturuyordum. Kur’an’da diğer peygamberlerin temsiliyeti hakkında bir şeyler okuyordum çünkü, anlarsınız, ve öğrendim ki Hz. İsa’nın annesi Hz. Meryem hakkında koskocaman bir sure varmış ve bu sure sadece Hz. Meryem ve Hz. İsa hakkında değil, aynı zamanda Hz. Musa ve Hz. Yusuf ve Hz. Yakup ve Hz. İshak ve Hz. İsmail ve Hz. Adem ve Hz. Zekeriya ve Hz. Nuh, yani, tüm Semavi protagonistlerin hakkındaymış. Ben de, yalan olmasın, başka filmlerden gelen karakterlerin bir araya geldiği bir süper kahraman filminin başına oturmaya yakın bir heyecanla Meryem suresini okumaya başladım. 

Okurken de bir merak saldı. Robot ne yapardı bunları?

Olaylar şöyle gelişti: Kur’an-ı Kerim’in düzgün İngilizce tefsirlerini araştırdım ve karşılaştırdım. Meryem suresinin Hz. İsa’nın doğumuyla ilgili olan ayetlerini derledim. Bu ayetleri akabinde robota verdim. Midjourney her komutunuzda size dört opsiyon veriyor ve dilerseniz opsiyonlardan birini daha fazla çalışması için tekrar seçebiliyorsunuz. Ben de böylece görselleri derledim ve düzenledim. Son olarak Dafont’tan çizgi roman-vari gözüken bir ücretsiz font buldum, ilgili ayetleri robotun çıkarttığı görsellerin üzerine koydum ve son görselleri bir çizgi roman paneliymiş gibi sayfaya yerleştirdim.

Yani şöyle oldu. Yazar Allah. Çizer AI. Editör bir insan. Allah, AI ve ben bir çizgi roman yaptık. 

Son sonuç şöyle oldu. Umarım hoşunuza gider. 

Yazar: Yiğitcan Erdoğan

instagram: @beggarandchooser

Doğu Topaçlıoğlu // Kendileme

Doğu Topaçlıoğlu’nun Kendileme isimli sergisi 15-27 Şubat tarihleri arasında Ka’da gerçekleşiyor. Sesi plastisitede farklı bir kavrayış olarak sunmayı amaç edinen sergi, sonik düzenlemelerden oluşuyor. Sesin, nesnelerin ontolojik durumuna algısal ve nesnel değişiklikler yaratabilmesi üzerine çalışan sanatçı, psiko-akustik olanakları heykel ve desen diliyle de ilişkilendiriyor.

1989 yılında edebiyat düşkünü bir anne ve ressam bir babanın çocuğu olarak dünyaya gelmiş 6-7 yaşına kadar anneannesiyle birlikte bolca vakit geçiren Doğu, sokaktan topladığı toprağı eve getirip halının altına serip sakladı, yağmur yağdığında yağmuru ağzında topladı, anneannesinin evindeki kabloları kaldırıp arkasındaki duvarlarını kazıdı. Bu saf dili ve eylemi oluşturan hislerin peşinde, kendini aramaya çıktığı bu yolculuğu; “yaşamı duyumsamaya çalışırken ortaya çıkan refleksif hareketler” olarak tanımlıyor. Hangi yöne gideceği değilse de nasıl bir yolculuğa çıktığı sanki doğduğu evdeki boya ve tiner kokularıyla, halıların altında biriktirdiği toprakla belirlenmiş gibi. Ankara Güzel Sanatlar Lisesi Resim bölümünü tamamladıktan sonra, Hacettepe Üniversitesinin Heykel bölümüne girmesi birbirinden tarihlerle ayrılsa da bütüne bakıldığı zaman uzun bir yolun durakları gibi. Hayatı ve sanatını da her ne kadar tam olarak karşılamasa da burada sanat kelimesini kullanmak zorundayım- birbirinden net bir çizgiyle ayırmayan Doğu, sonuca vardırmadığı, vardırmak istemediği duygunun, heyecanın peşinde. Kendini arama sürecinde, kafasının içindeki hıza yetişemeyişi ve dinmeyen merakı bana bir Afrika kabilesi hikayesinde geçen sözü anımsatıyor:

“Çok hızlı gidiyoruz, ruhlarımız geride kalıyor.” 

Bir sonraki malzemesinin veya işinin ne olduğunu kendisinin de bilmediğini söyleyen Doğu, bu sürecin heyecanını bizlerle paylaşıyor. Zamansızlık ve zaman dışılık, Doğu’nun işlerini anlamak için birlikte düşünmemiz gereken kavramlardan. Dışarısı, İçerisi ve bunların sınırlarını daha küçük yaşta sorgulayıp anlamaya çalışan zihni, şimdi de olaylara, nesnelere, seslere, kavramlara ve karşılaşmalara aynı heyecan ve merakla bakıyor ve bu durumlar karşısındaki ortak refleksleriyle kendi dilini oluşturuyor. Şöyle de söyleyebiliriz; sanki Doğu’nun tasarladığı ve kurduğu bir makine var ortada, bu makineye giren her şey Doğuca çıkıyor, Doğu diline tercüme ediliyor ve onu da belki hiç beklemediği bir yere getirip bambaşka bir şeye işaret ediyor. Duyduğu nota, bastığı nota olmaktan çıkıp tüm notaları içinde barındırana kadar dinlerken, müzikle hatta sesin kendisiyle olan ilişkisi, mekânla olan ilişkisine dönüşüyor. Beste veya bi riff yazarken, bazen iki ses arasındaki yirmi farklı motif arasında dolaştıktan sonra, o ilk baştaki iki sese geri dönüşünü şöyle açıklıyor: “0 iki sese geri dönmek için bile olsa çıkmam gereken bir yolculuktu.”

Doğuyla birlikte değişen ona eşlik eden bir fikir olarak ortaya çıktı bu biyografi, hayatındaki olayları tarihlerle sıralamaktan ziyade, onu buraya getiren zamanın bir anını kayıt altına almak gibi aslında, okuyucuya da bir düş alanı ve boşluk bırakarak onu da hikayeye ortak eden bir yazı. Kesinlikten kaçınan, emin olamayan ve kendini arayan, yolda olan bir yazı. Noktadan ziyade virgül ile ilgilenen bir yazı. Okuyan her kişi tarafından yeniden yazılacak, asla tamamlanamayacak bir yazı ve yeniden tartışılacak, farklı zamanlarda bambaşka bir şekilde. Anlatıya yön veren dil değil kulaktır zira… 

Yazan: Berkay Kahvecioğlu