G-7YN0JE445C

Gör

Bir Karantina Üretimi: Birth

İnsanoğlu olarak anne karnından beri bilincimiz sürekli olarak değişim içerisindedir ve hiçbir zaman sabit değildir. Doğadaki her canlı iç ve dış etmenlere bağlı olarak bilinçsel ve bilişsel değişimler yaşamaktadır ve buna göre dış dünyaya tepki göstermektedir.

Maske kavramı, toplum içerisinde yaşadığımız için, bireyselliğimizin bize ve çevremizdekilere etkilerini göz önünde bulundurmamızla ortaya çıkmıştır. Bu yüzden hayatta her zaman hissettiklerimizi dışarı yansıtamayız ve her zaman isteklerimiz doğrultusunda hareket edemeyiz. Dış dünya ile iletişime geçerken maskeler takınırız. Bu bilinç, toplumdaki ve sosyal hayatımızdaki küçük ve büyük değişikliklerle birlikte sürekli bir dönüşüm ve yenilenme içerisindedir. Her bir değişimi, yeni bir bilince doğmak olarak görüyorum. Fakat bu doğumlar genelde bizim anlık olarak fark edemeyeceğimiz kadar küçüktür. Zamanla bir araya gelerek büyürler ve bir örüntü oluştururlar. Geriye dönüp baktığımızda farkı gözlemleyebiliriz.

Film boyunca kendisini neredeyse hiç görmediğimiz karakterimiz, toplumdaki soyut ve somut maskelerden bunalmış durumda. Dışarı çıktığında taktığı virüsten korunma amaçlı maske, ona artık birtakım mimikleri saklamamasına yardımcı olsa da, nefes alamamaktan çok bunalmıştır. Eş zamanlı olarak, sadece mimiklerden ibaret olmayan soyut maskesini de takmaktadır ki, en çok da bundan bunalmıştır.

Film 3 kısımdan oluşuyor; “bunalım”, “patlama (kaçış)” ve “huzur”.

Karakterimizin taktığı soyut ve somut maske onu çok bunaltır. Ve bu maskelerin sebebinin doğada değil de şehirde bir sistemin içinde yaşamak olduğunu fark eder. Doğada insan yoktur, virüs yoktur, takması gereken herhangi bir maske yoktur. Bunu fark eden karakterimiz, büyük bir iç sıkıntısı yaşar ve şehirde durduğu her an ona bir işkence gibi gelmeye başlar.

Bu kısımda ise bunalım artık son noktaya gelmiştir ve patlama yani kaçış başlamıştır. Yaklaşık 1 dakikalık şehirden kaçış hikayesi. Temposu çok hızlı ve arka planda çalan 200 bpm karanlık ve temposu yüksek bir müzik.

Kaçışı biten ve doğaya varan karakterimizin stresi, bunaltısı ve kafasının içindeki tüm kaos sona ermiştir. Diğer sahnelerin aksine bu sahnenin temposu çok sakin ve huzurlu. Bu sahnede izleyici doğada bir gezintiye çıkıyor. Maskesinden kurtulan ve özüne dönen karakterimiz bir süreliğine kendini akışa kaptırıyor ve sadece bir gözlemci oluyor. 

Seyirci ise bu gözleme tanık.

Su Aközlü

Solo Pájaros: Kuş Ölür Sen Uçuşu Hatırla!

Kalbin derinliklerinden, acımasız bir dürüstlükle, bu uçucu grubun sesi geliyor. Kuşun muhteşem uçuşundan ilham alan “Solo Pájaros” müziği, yaşamanın güçlü sevincini sahneye taşıyor. Şarkı sözleri, insan yürüyüşünü sık sık rahatsız eden hüznü, onu her meraklı dinleyicide kanat kaldırabilecek bir şiire dönüştürme arzusuyla anlatıyor. Müziğinin rüzgara kapılıp gitmesine izin verseydik nerede olacağı belli olmaz, uçuş planı olmadan dünyanın her yerine ulaşmaya çalışırdı. Küçüğü büyük bir şey olarak kabul ederdi. Ayın karanlığı, güneşin parlaklığı gibi. Ve hayatın bir parıltısı olarak kaçınılmaz ölüm gibi.

Başlangıçta grup üyelerinden üçü (Trini, Alex ve Jan) 2014 yılının başında beraber çalmaya başladı. Berlin, Madrid ve Barselona trenlerinde sürekli hareket halinde şarkı söylemeye başladılar. İki yıl sonra iki yeni önemli müzisyen (Antonella ve Uaio) gruba katıldı. Böylelikle, günümüzde gruba uyan takımyıldız hizalanmış olacaktı. İki kadın ve üç erkek. Beş müzisyen. Üç dize. İki perküsyon. Ve beş ses.

Çeşitli dayanışma etkinliklerinde müzikal desteklerini veriyorlar. Macaristan ve Almanya’daki festivalleri gezdiler. 2016’nın ortasında Trini ve Alex gruptan ayrılır ve iki yeni üye katılır; önce Sebastián Yaniez, elektro gitar ve charango (And bölgelerine özgü on telli mandolin benzeri bir enstrüman) çalıyor. Bir yıl sonra Sebastián Rosales davulcu olarak gruba katılır, grubun cajon sesinin bateri setiyle değiştiği nokta budur. Şarkılarını kendi odalarının duvarları arasında kaydedip miksliyorlar. Kendi video kliplerini çekiyorlar. Kendi şarkılarını yazıyorlar. Uçmayı öğrenmek adına düşüşü hissetmekten korkmuyorlar.

Başka bir eserini dinlemek için:

İngilizce aslından çeviren: Tevfik Hürkan Urhan

Magnus Krüger: Resimle Doğu Berlin Estetiğine bakmak

  • Berlin’de doğup büyümüş bir sanatçı olarak, Berlin ve kendiniz arasında olan ve sanatınız içinde vücut bulan estetik ilişkiyi nasıl tanımlarsınız?

Benimle Berlin arasındaki estetik ilişki eserlerimde açıkça görülebilir. Şehrin doğusundaki Marzahn’da bir WBS 70 prefabrik binasının 11. katında büyüdüm. Berlin Duvarı’nın yıkılmasından önceki yıllarda, Doğu Berlin sakinlerinin Marzahn’a taşınması özellikle çekiciydi. Dairede özel bir tuvalet, merkezi ısıtma vardı ve yan cephede kurşun delikleri (savaşın kalıntıları) yoktu.

Almanya’nın tekrar birleşmesinden sonra, birçok insan mutluluğunu Federal Cumhuriyetin diğer bölgelerinde bulmak umuduyla Marzahn’dan göç etti.

Ben ise 1990’da doğdum ve hala Doğu Alman Devleti’ne ait bir doğum belgem var ve bu nedenle kendimi doğu-sonrası (post-east) olarak adlandırmayı tercih ettim. Neden doğu sonrası? Yetiştirilme tarzım, okul eğitimim, gri gökdelen komplekslerinin gölgeli avlularında büyümem… Tüm bunlar ailemin anılarının ve Batı (Almanya)’nın etkilerinin iç içe geçip eridiği bir potadır. Artık orada yaşamıyorum ama eski mahallemi düzenli olarak ziyaret ediyorum.

Oraya sosyal anlamda hala dahil oluyorum ve bölgenin gelişimini takip etmeye devam ediyorum.

Bu nedenle, ticari veya endüstriyel odaklı bir nüfustan ziyade ağırlıklı olarak konutsal bir alan olan bu bir nevi uydu şehir, çalışmalarımda hala bir tema.

zahne-zeigen
  • Resimleriniz aracılığıyla oluşturmuş olduğunuz estetiğin ana bileşenlerini nasıl tariflersiniz? Şimdiye kadar tarzınızı ne tür sanatsal, kültürel ve sosyal girdiler besledi?

Tarzım; düşünceler, anılar ve derme çatma bileşenlerden oluşan bir girdap tarafından şekillendiriliyor.

Bazen otobiyografiktir, bazen de ben onu kendi gerçeğimi inşa etmek için bir vekil olarak kullanıyorum. Bir kolaj… Geleceğin sizin için neler hazırladığına dair bir korku, izolasyon, gerçeklerden kaçma, neşeli bir başarısızlık, geçmiş ve şimdinin karşılıklı oyunu, günlük hayatın iç bağlantıları ve kişinin kendi varoluşu hakkındaki haince şakadan oluşan bir kolaj.

am aas ergotzend
  • Sanatını icra etmen için seni teşvik eden duygulanımlar nelerdi? Neden resim sanatını araç olarak seçtiniz?  Resim yaparken nasıl duygulanımlanıyorsunuz? Bunu sanatınıza nasıl yansıtıyorsunuz?

Çocukluğumdan beri sanat benim için kirli günlük hayattan çıkış yolu olmuştur.

Bir terapi, bir sığınak, bir lanet ve bir lütuf.

  • Hangi sanat akımları ve sanatçılar sizin sanat anlayışınızın şekillenmesinde önemli roller oynadı?

Kübizm ve Ekspresyonizm gibi estetik normlara meydan okuyan sanat akımları benim için erken yaşlardan itibaren çok önemliydi. Ama aynı zamanda toplumla ilgili sorularda, DADA, Fluxus ve Viyana Eylemciliği gibi akımlar zekâ kıvraklığı, yeni alanlar keşfetme, sanatın ta kendisine saldırma, radikallik yoluyla bende kalıcı bir etki yarattı. Ancak Pop Art’ta olduğu gibi yeniden üretilebilirlik ve tekrarlama gibi unsurlar da çalışmamı etkiledi.

barriere

Utancı Defet!

Utancı Defet!

2020

Tuval üzerine Regl Kanı

Başlık yeterince açık ve kelimelerinin birebir anlamıyla anlaşılmalıdır. Bu bir davettir!

Resimde yüzünüzü kızartan herhangi bir şey var mı? Resimde sizin için utançla ilgili bir şey var mı? Hayır mı? Harika! Benim oraya varmam biraz zaman aldı – eğer halihazırda varabilmişsem!

Şahsen kıl, mastürbasyon ve menstruasyon hakkında utanç hissederdim? Bu tabloyu yapmama neden olan, regl kanıma karşı duyduğum utançtı.

Bu utancın kökenini uzun zaman önce aklıma gelen bir düşüncede görüyorum: “Menstruasyon sırasında beni yalayan insanlar oldu, ancak oral seks sonrası aldığım birkaç öpücüğü saymazsak regl kanımın tadının neye benzediğine dair bir fikrim yoktu. Ve sonrasında bir rahatsızlık hissinin geldiğini hatırlıyorum. Ve işte oradaydı: “UTANÇ”.

Kahretsin! Bu insanlar benim kendi vücut sıvımı benden daha fazla kabul ediyor gibi görünüyor. Bunu istemiyorum! Sonra kendime şu soruyu sordum: bunu nasıl değiştirebilirim?

İlk Fikir: Elbette deneyerek. Bir dahaki sefere regl olduğumda adet kabımı çıkardım, ona baktım, parmağımı batırdım ve tadına baktım. Kanlı ve aslında gayet iyi. İlk adım tamamdı.

Daha sonra, tesadüfen regl kanıyla ilgili, onunla nasıl daha iyi bir bağlantı kurabileceğime dair fikirlerle dolu bir web semineri buldum. Beni yakalayan fikirlerden biri de resim yapmaktı!

Bu yüzden eczaneden her günün kanını ayrı ayrı depolamak için damlalıklar aldım ve bir süre sonra ilk tabloyu yaptım.

“Lanet olsun utanca” ön aşamasından hemen sonra, daha fazla boya üretmem gerekene kadar birkaç resim daha yaptım ve ardından ilginç bir his ortaya çıktı:

Regl olmak için sabırsızlanıyordum! Ve şaşırtıcı bir şekilde, sadece uzanarak ve adet görerek kendimi üretken hissettim. İşte bunu seviyorum!

Ve resim yaparken, yerde beni pek rahatsız etmeyen tamamen kanlı bir karmaşa vardı. Bu aradığım bir gelişimdi!

Bu tabloyu oluşturmak için kullandığım birkaç şey: kağıt, kanım (bir adetin her günü farklı bir kapta saklayarak), su ve fırça. Renklerdeki çeşitlilik, günden güne farklı tonlardan ve karıştırıldığı su miktarından kaynaklanmaktadır. Boyadıktan sonra renkler zamanla biraz değişti. Ve merak edenler için kokmuyor – gerçekten yaklaşırsam ve derin nefes alırsam, toprağımsı bir koku alabilirim.

İngilizce aslından çeviren: Tevfik Hürkan Urhan 

Maria Landmesser

Taşların Dili

Naomi Takaki

Bir gün Alplerde yürüyüş yaparken birden ayağımın altındaki taşları fark ettim. 

Pırıltılı siyah granit ile beyaz kireçtaşı arasındaki kontrast, düzensiz şekilleri, güzelliğinin sadeliği ve kökenlerinin karmaşıklığı karşısında büyülenmiştim.Her bir taş, aslında muazzam sıradağların küçük bir parçası olarak uzaklara yayılmıştı. Bu doğal ihtişamın kalıntılarını hayranlık uyandırıcı buldum ve onlar karşısında saygı ve ilhamla doldum.

 

Onlar dağların tarihinin hatıraları, düşünceleri, küçük hatıraları; yani plakaların yeraltında şiddetle çarpışması, bir buzul çağından geriye kalanları, dağların kendi oluşumlarının güçlü zerafetiydi, ve tamamen canlıydı.

Aynı zamanda sadece birer taştılar… 

Ama o dağda yürüyüş yaparken bana ruhunu, parçalanmış hatıralarını ve izlenimlerini ifade etme vizyonu veren bir taş.

Naomi Takaki

Çeviren: Tevfik Hürkan Urhan